28 Şubat 2011 Pazartesi

annea! boğazlarım ağrıyo!

kendimle çok övünürüm "kolay hasta olmam" diye.

ama diğer taraftan da kendime hastalık yakıştırmayı da pek severim.

göğsüm ağrısa "meme kanseriyim :(", iki gün tuvalete gidemesem "barsak kanseriyim :'(" gibi çeşitli hastalıkları olan biriyim. bunu, thunderbolt ile görüştüm ve obsesifliğimin küçük bir parçası olduğunu, çok mühim olmadığını söyledi. mühim görseydi muhtemelen başka bir yolla halledecekti rahatsızlığımı.

cumadan beri boğazlarım ağrıyor.
benim iki boğazım var. çanakkale ve bering olmak üzere.

o gün, çanakkale boğazım çok kötü ağrıyordu. sanıyorum ki ingiliz donanmaları geçmek istedi ama bademciklerim izin vermeyerek kendilerini şişirdikçe şişirdiler.
ben uyuyordum.

düşman uyumaz halbuki değil mi?
değil işte.

sonra, oradan geçiş yolu bulamayan mikrop donanmaları, bering boğazıma daldılar ve sonuç GÜMMMMM.
artık şişen bademciklerim, sürekli akıntı halinde gelen b...mımla savaşa dahil edildik.

öksürüğüm adeta bir fırtına. gözlerim, patlayan hapşırık bombalarından kıpkırmızı oldu.
ilk yardımlar devam etmekte.
bu savaş nereye kadar devam edecek bilemiyorum ama yenilen biz olmayacağız!!!

holy'nin öksürükle imtihanı
28,02,2011

bir alin taşçıyan değilim

Allah'tan başka bir şey dileseymişim dün akşam olacakmış.

ama ben, öyle iyi kalpli, öyle iyi niyetliyim ki hiç tanımadığım biri için içten içe dua ettim. aslında ben onu tanıyorum da o beni tanımıyor. ne yazık ki :(
the king's speech

colin firth, the king's speech filmdeki rolü ile en iyi erkek oyuncu oscarını almış bulunmakta!

tamam ben bunun olacağını zaten biliyordum. benim içim nedense the king's speech'in de en iyi film oscarını almasını diliyordu. ama %25'i karamsar olan ruhum, karşımdakine "alamayacak, görürsün" dedi.
ehah aldı :) en iyi film oscarını da istediğim film aldı!

şimdi bana ne yararı var? hiç. colin gelip beni öper mi? hayır. o zaman ne halta bu kadar seviniyorum sanki kocam almış gibi?
ne biliyim lan ben. seviniyorum işte. hak etti adam.
bak filmi izlemedim ama hak ettiğini biliyorum. içsel bir şey bu çünkü.
filmi, umarım bu hafta izleyebilirim. yoksa çatlarım ortadan!

natalie portman da hak ettiğini aldı.
dün black swan'i izledik. beklediğim onca ay için "hayır ya ben bunu mu bekledim?" diye düşündürttü beni.
film, güzel. ama abartılacak kadar güzel değil. abartanlar nasıl bu kadar abartabiliyorlar anlamıyorum. natalie portman hakikaten çok başarılı. mila kunnis de öyle. spoiler veremeyeceğim, sadece izlenebilirliği yüksek diyebilirim. ama en iyi film oscarını alacak kadar değildi :) zaten alamadı da.
ama canımı yakan ve böyle olacağını bildiğim bir gerçek var ki, o da inception'ın eli boş dönmesiydi. eğer bunları biriyle konuşmamış olaydım, kendim de şüphe ederdim. inception gibi bir filmin hiç birşey almaması beni çok üzdü cano canlar.

ve ve.. holy'nin kazanına düşen diğer bir haber ise, mart 13'te ara dinkjian ve arto tunçboyacıyan'ın istanbul aya irini'de konser verecekleri haberi. dün, taksim metrosunda gördüğüm bir afişe "ay ay ay ay" diye titreyerek bakakaldım. 13 martta buradalar!

"kim bunlar be?" diyecek olanlarınız için; onno tunç'u hepimiz biliyoruz. arto tunçboyacıyan, onno tunç'un ağabeyisidir. ara dinkjian da vazgeçtim, ağladıkça, yine mi çiçek, sarışınım gibi güzide şarkıların bestecisi. night ark adlı bir grupları var. amerika'da ikamet edip, ikisi de türkiye doğumlular. ve çok nefis entrümantal müzikler icra etmekteler.

iki sene önce yine ara dinkjian türkiye'de, aya irini'de konser vermişti. çok kısa sürmüştü, pek bir şey anlamamıştım. ama bu sefer night ark olarak geliyorlar ve night ark'a ait parçaları çalacaklar. youtube'dan ya da başka yerlerden night ark'a ait şarkıları dinleyip fikir edinebilirsiniz cano canlar.


son bir şey daha. cumartesi gecesi princes et princesses adlı fransız animasyonunu izledim. animasyon, 6 mini öyküden oluşuyor. altısı da güzel diyemem, benim için dördü güzeldi. :) animasyonun özelliği, suretlerin siyah olması. karakterlerin yüzleri görünmüyor. fransız filmlerini sevenler kaçırmasın.

kendimi nasıl hissediyorum? : kendimi, büşra filmindeki alara gibi hissediyorum. herşeyi, herkesi kontrolü altında tutmak isteyen, bunu yapmaya çalışırken de bir çok şeyi kaybeden bir kadın. kaybettiğim bir şey yok ama sanıyorum bunu yapmaya devam ettikçe çok şey kaybedeceğim. thunderbolt'un ve sevgili beynimin bu işe bir el atması lazım.

25 Şubat 2011 Cuma

bir kutu madlen çikolata nasıl bitirilir?

cano canlar, bildiğiniz üzere rejimdeyim. ama ne kadar oradayım onu bilmiyorum.

dün gece rüyamda, aksakallı bir dede tarafından "incelme"nin formülü verildi şahsıma.
yok la yok, bir hap mı ne vardı, onu içince incelmiştim. ama neydi bilmiyorum, nasıl bir haptı unuttum. neyse, spor yapmadan hakikaten incelmiyor insan vücudu. en kısa sürede yaptığım rejime ek olarak spor da yapacağım! :P

şirketimize gelen nazik insanlardan biri, nazikliğinin belirtisi olarak çikolata getirdi. iyi hoş etti. bir kutusunu bana verdi sağolsun. oldum olası madlenle pek aram yoktur. sütlü olduğu sürece ve tatlı krizine girebilecek konumdaysam yerim. acımam.

öğlene doğru getirilen çikolatadan akşama doğru bir tane aldım.
akşam serviste, iki iyi arkadaşımla kalınca, çikolata kutusunu açtım ve çalıkuşu feride gibi dağıttım onlara. feride'den tek farkım sevdiceğimin getirmemiş olmasıydı çikolataları. "olsun, kader hımps" deyip yedirdim afiyetle.
eve gidince "alın sevgili ailem alın, size çikolata!" deyip bıraktım kutuyu masanın üstüne. bir kaç saat sonra kutuyu açınca içinin bomboş olduğunu gördüm. içim acımadı bilakis pek mutlu oldum..

keşke diğer anlarımda arkadaşlarım ve ailem bu şekilde yanımda olsa. mesela bir tabak köfteyi yerken, baksalar suratıma melül melül ve yemesem, onlar yese.. ben kilo almasam.

ben size demiştim değil mi biri beni durdursun diye?
al işte, hala duramadım. ayaklarımda ve beynimde fren yok aq...

24 Şubat 2011 Perşembe

berrin'e mal dersem ben de mal olurum

öyle bir bayar zaman ki adlı güzide dizimizde evin büyük kızı olan berrin'e gün geçtikçe hakaret üstüne hakaret ediliyor. yok ahmet'i anlamıyormuş, yok amina "uçak kaçırdım" deyince "ahmet'ten ne zaman boşanıyorsun?" diye sormuş.. be hey türk kızı! sen bunları hiç yapmadın mı? kıskançlığın mnkyn hem benim hem de sensin! bunu asla unutma!

berrin mal değil. sadece aşık. ve kadınlar aşık oldukları zaman saçmalarlar. bunu hepimiz çok iyi biliyoruz. berrin, tipik türk kızının beyaz camda vuku bulmuş hali. aslında birazcık caroline gibi olsa kazanacak ama aşk beyin hücrelerini öldürmüş.

bu gidişle ahmet'i kaybedecek zavallım :( ben hiç istemem ahmet elinden kayıp gitsin.

berrin'den gına geldiyse, mikrofunu osman bebe'ye uzatıyoruz. kendisinin, son bölümlerde oldukça şımarıkça rol yaptığı gözlenmekle beraber, bu bir takım izleyicilerin hoşuna gidiyormuş.
çocuk sevmem. şımarık çocuk hiç sevmem.
daha önce de söylemiştim, bir emir berke zincidi vardı. o da artık yok.
ağzı her zaman pis. yok süt, yok çikolata. bunları gözümüze soktukları zaman osman hiç de sevimli gelmiyor. en azından bana. o hep, mavi beresi ya da kırmızı hırkasıyla koşuştursun falan filan..

aslında konuyu, türk kızının fazla sahiplenici özelliğine getirecektim ama aklıma osman geldi.

türk kızı, sevdiği erkeği kıskanır, fazlasıyla, çaktırmadan sahiplenir. türk erkeği bunu farkettiği an önce götü kalkar, sonra da kızı bırakır. fazla sıkmaya, sıkılmaya gelemez aklı sıra.

ama şöyle bakacak olur isek;
türk kızı.. yüzyıllardan beridir türk erkeğinin çeşitli saçmalıklarına maruz kalmış.
türk erkeği tarafından asla anlaşılmamış, hırpalanmış, evropa kızlarıyla bir tutulmuş.
kategorize edilmiş, ilgi gösterilmemiş, susuz kalmış, kurumuş.
alay edilmiş, bir tek çiçeğe tav olmuş.
ama tüm bunların sorumlusu o değil cano canlar.
iliğimizi sömüren türk erkekleridir.

dışarıda hanımefendi, mutfakta aşçı, yatakta orospu ol diyen onlardır.
"her sevgilim bir kere versin, karım bakire olsun" diyen yine onlardır.
türk kızlarına ayaklarını yıkatan, evropa kızlarının ayaklarını yalayan onlardır.
eşinin çalışmasını istemeyip, evde oturtup çocuk yaptıran ve erkek doktorlara teslim etmeyen yine onlardır.
"kadınları çözebilen beri gelsin :/ " deyip kadınları ucu bucağı olmayan labirente sokan yine onlardır.
gördükleri her kadına yiyecekmişcesine bakan ve kendi yanındaki kadına bakıldığı zaman kavga çıkaran yine onlardır.
"dekolte giyene tecavüz ederler" deyip -gerçi bunu söyleyen bir erkek var ama ben genelleme yapıyorum- kapalı kadınlara bile taciz eden yine onlardır..
iki gün ilgi gösterip sonraki günlerde ilginin i'sinin noktası hakkında bile tek hareket göstermeyen ve "noluyo bize :'(?" deyip ağlayan kadının karşısında "benden daha iyisini bulacaksın, eminim" diyen yine onlardır.

ben kendilerini çözemiyorum. belki acizimdir. belki naçizane beynim cidden onlar için yorulmayı göze alamıyordur. ama bir şeyler anlayan varsa söylesin. deliricimmmm!

şu an yanımda italyan bir erkek var. konuşması, bakışları o kadar masum ve nazik ki. adam, şirketimizin bir numaralı müşterilerinden.
hani türk erkekleri "rus kızları gelsin türk kızları gitsin!" diye inim inim inliyorlar ya..
anasını satayım, defolun lan ülkeden! italyanlar geliyorrrr!


everyday sinking into quicksand
follow me down the drain 

23 Şubat 2011 Çarşamba

unicimin mimi

unicim beni mimlemiş. bana da mimlere cevap vermek düşer.

1-Gün içerisinde eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey :
umm, aslında bi çok şey var. mesela akp hükümetten hatta dünyadan elini eteğini çekerse, kendilerini arabistanda bi mağaraya falan kapatırlarsa çok şaşırırım. bi de kaddafi var artık, ölene kadar burdayım demiş. işte ona bişiler olursa falan. bi de çiçek gelirse şirkete benim adıma o zaman şoklardan şok beğenirim.

2-Gördüğün zaman eğer almazsan uyuyamam dediğin şey :
Audrey Hepburn'lü yastık, çarşaf, poster, yüzük, t-shirt, kalem, çakmak, atkı, rimel... vs. şeyler.

3-Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey :
döner :) dürüm de olabilir.

4-uğurun var mı? uğurun.
hayır yok :)

5-kendine en yakıştırdığın renk :
siyah sadece siyah :) bazen de lacivert.

6-en sevdiğin takın :
semazen kolyem.

7-takıntın :
işte bu soruyu bana sormayacaktınız. hangi birini söylüyeyim ki? obsesifin allahıyım ben.

8-ben bu şarkıyı duyunca şakırım :
i'm every woman
all by myself
bi de aman yessinler yessinler şeker yessinler :P valla sırf bu yüzden kına gecelerini dolaşıyorum hep.

9-solunda ne var?
chp :P printer var

ben de bu mimi;

uyumuycam,
yusuf ile piraye,
lacrymosa
telekinesis
deep
slyvie
mckennitt
sadece umut'a havale ediyorum :)

21 Şubat 2011 Pazartesi

aşka sorduk. "tesadüfleri sever misin?" diye

bu filmi ancak ve ancak tv'de izlerim diye düşünüyordum.

ama kader işte.. izlettirdi.
hiç hesapta yokken ortaya atılan "sinema" fikrinden sonra, algılarım colin firth'e yönlendiği için direk "zoraki kral" diye ısrar ettim ama kader yine oyununu oynadı ve yer bulamadığımız için izleyemedik. boynum bükük, kalbim kırık bir şekilde çıktım sinemadan.

sonra bir başka yere gittik. izlenebilecek tek film oydu.
15 dakika rötarlı girişimizden sonra başladık filme.
güzeldi, ön yargılarımdan bir an önce kurtulmayı öğrenmem gerekiyor. bir de mehmet günsur'un neresi yakışıklı? ben mi zevksizim? gerçi zevksiz değilim buna can-ı gönülden inanıyorum ama mehmet günsur'un abartılacak hiç bir yanı yok. yani safi, genç kızlarımızın bu adamı izlemek için bu filme gittiklerini düşünmek beni yaralıyor dostlar. yiğit özşener ondan daha yakışıklı yeminle. ciddi duruşuyla büyülendim adeta.

öhüm, filmin sonuna kadar "ayy, yazık ahahah, öhöhöhhö" lerle geçti vaktimiz. ta ki, şebnem ferah'tan hoşçakal çalana kadar. tamam sahne acıklı, ya çalan şarkı?
zaten ne zaman dinlesem böyle bir ürperiyorum, bir de o sahnede çalmasıyla hıçkıra hıçkıra ağlamam bir oldu.

bence siz de izleyin eğer izlemediyseniz bu filmi. çok şey katmaz ama en azından güzel vakit geçirebilirsiniz.

bir de;
hey sen! film çevirelim mi? :)

16 Şubat 2011 Çarşamba

öyle bir bayar zaman ki

dün akşam öyle bir geçer zaman ki'yi izlemedim. osman osman dedikçe, bağrımıza bastıkça osman'a bir haller oldu. bana mı öyle geliyor yoksa hakkaten öyle mi osman bebe şımarıkça rol yapmaya başladı. hoşuma gitmiyor. onda ki o doğallıktı bize sevimli ve çekici gelen. şimdiyse diğer dizilerde rol alan çocuklardan hiç bir farkı yok. artık çekici gelmiyor.

bir tek çocuk sevmiştim, o da emir berke zincidi'ydi. şimdi kalbim bomboş.

zaten dizi de iyice baydı. klişe üstüne klişe. madem dönem dizisi o zaman dönemi yansıtan olayları da aktarmalılar. hatırla sevgili bu konuda örnek alınabilecek bir dizi. hem dönemin olaylarını yansıtmasıyla hem de diğer yaşanılan aşk, ayrılık gibi olayları da araya katması ve hiç bir zaman doğallıktan, konsepten ayrılmamasıyla oturup tekrar tekrar izlenilebilir. aynı ifadeyi çemberimde gül oya için de kullanabiliriz.

umarım klişelerden uzakta, dönem olaylarını yansıtan bir dizi olarak karşımıza çık öyle bir geçer zaman ki. yoksa reytingleri düşecek çok yakın zamanda. en azından bana öyle geliyor. gerçi halkımız gözyaşı dökmeyi çok seviyor. göz yaşı dökmenin yanında küfür ve bela okumayı da. evet, korolin the çemçük ve ali kaptan, hatta neriman ve mesude'ye her salı küfürler, beddualar yağdırılıyor. bunların hepsi, her evde, her türk kadınının dilinden dökülüyor.

mnskym korolin! yarra yering şarap içmenin vakti gelmişti zaten! ahaha!

............

melisa çayını düzenli kullanangiller arasına girdim. öncesinde narkoleptik sonrasında insomnia olduğumdan bahsetmiştim. artık melisa çayı içerek kafayı buluyorum ve yatıyorum.
öyle bir etkisi var ki, içtikten bir yarım saat sonrasında nerede olduğunuza, hangi konumda olduğunuza bakmadan uykuya dalıyorsunuz. kimyasal uyutucuların yanı sıra- ki nedir bunlar en başta remeron geliyor benim için - çok çok daha güvenilir. ertesi güne zombi gibi başlamıyorsunuz en azından. ya da oraya buraya çarpmıyorsunuz.

..........

tezer özlü'nün yaşamın ucuna yolculuk adlı kitabını okuyorum. aslında dorian gray'ın portresini de okuyorum diğer taraftan. tezer özlü'nün bu kitabı yazdığı almanca senaryodan türkçe'ye çevrilmiş. bir kadının, yaptığı yolculuk sırasında yaşadıkları, aşkı, flashbackler anlatılıyor.

dorian gray'i izlerken pek zevk almıştım, kitabı ağır. en azından benim için. zaten kitabı ve filmi arasında bayağı fark olduğu söyleniyor. keza, bunu en başından yakalayabiliyorsunuz filmi önce izleyip kitabı sonra okuyorsanız.

holy witch kafasındaki festivalden bildirdi. 
festival gibisin katılmak istiyorum! 

14 Şubat 2011 Pazartesi

istanbul'dan uludağ'ı ve frida'nın bıyıklarını gördük

frida'nın bıyıkları deyince anlamışsınızdır. dün pera'da frida ve diego'nun eşsiz eserlerinin sunulduğu sergideydik. ayaklarıma kara sular, belime acı acı ağrılar girdi ama dünya gözüyle görmüş oldum frida kahlo'nun yapıtlarını.

en üstten başlayarak tüm sergiyi gezdik. pek entellektüeldi herkes. iki tablo görüp de sanat tarihçiliği yapanlara ve gördükleri tabloları siyasete karıştıran bir çok insanla aynı yerde olmanın tadı bambaşkaydı.

bunları geçer isek, 5. ve 4. katlarda çarlık rusyası'na ait eserleri gezdik. gerçeğe yakın tablolardı. pek beğendik. benim pilim 3. kata geçtiğim zaman bitti ve frida kahlo ile diego rivera'yı nefesim kesile kesile izledim. frida kahlo hakkında özet bilgi geçecek olursak; büyük bir kazanın ardından kendini resme veriyor. sonra diego rivera ile tanışıyor ve evleniyorlar. hayatı boyunca 20 kez ameliyat oluyor. kazadan önce tıp okumak istiyor ama bu mümkün olmuyor. diego alçağı zavallı frida'yı hep aldatıyor. frida da onu aldatıyor ama diego'yu büyük bir aşkla seviyor. hatta;
"şu hayatta başıma iki kez kaza geldi. biri otobüs kazası diğeri diego" diyor.
şahsi fikrimi soracak olursanız diego'yu frida'ya yakıştıramıyorum ve hatta diğer kadınların da diego'da ne bulduğuna anlam veremiyorum. bir de sergide diego'nun kaçamaklarına hiç yer verilmemiş ama frida'nınkine yer verilmiş. saçmalık. insanlar frida'yı sadakatsiz olarak düşünecekler ki düşünenler vardı!

öhüm, gelelim 2. kata. osmanlı hakkındaki yağlı boya tabloları inceledik. kaplumbağa terbiyecisi'ni yakından görmeye nail olduk.
sanat tarihçisi ya da resimden anlayan biri değilim. ama neden bu tablo bu kadar değerli? bir bilen varsa söylesin.
yine bu katta antonie de favray'ın istanbul panoraması hakkında bilgi sahibi olduk. mösyö favray, istanbul'u resmetmiş. hem de öyle bir resmetmiş ki.. istanbul'dan uludağ'ı görerek resmetmiş :) evet, bu bir mittir sizin de bildiğiniz gibi. ya da bilmiyorsanız söyleyeyim. bir takım kişiler istanbul'dan uludağ'ı görebilecek kadar yetenekliler. biz tabloda görebildik, evliya çelebi galata kulesi'nden gördüğünü söylemiş.

işte o tablo! :

antonie de favray - istanbul panoraması
arkada görülen bembeyaz tepenin uludağ olduğu söylendi bize. biz, pera müzesindekilerin yalancısıyız. 

1. katta, çeşitli çiniler ve türklerin, mühendislik alanında kullandığı alet ve edavatlar yer almaktaydı. şöyle bir gezdik çünkü takat denilen şey kalmamıştı bünyede. 

holy witch pera'dan bildirdi. 


ahh, evet.. bugün herkesin dört gözle beklediği gün. sevgililer günü! tüm sevgililerimizin sevgililer günü kutlu ve mübarek olsun!
ehehehe, dalga geçiyorum çünkü yabış yabış geliyor bana bugün. sabahın kör vaktinde çiçekler gelmeye başladı şirkete. kızların ağzı kulaklarında. tabi canım, bir gün mutlu olmak onların da hakkı. bugünde çiçek beklemek çok farklı dostlar çok.niye mi?

kadın kısmı, pek şeytandır. hemcinslerim diye demiyorum ama öyleyiz. en büyük dedikodular bugün döner her yerde. "ayyy bak bak sevgilisi nasıl çiçek yollamış? pırlanta almış bi de. nerden de parayı bulmuş o çulsuz? demedi deme iki günde bırakır bu kız o salağı!"

erkeklerin çok şükür böyle takıntıları yok. onların en büyük derdi "hay mnskym! ne alacam lan ben bu karıya?" oluyor genelde.

bence kutlanmaması en güzeli.

bir de "sana ne geldi?" diye yanıma gelenler var. "kutlamıyorum çünkü sevmiyorum" diyorum ve suratımdan aşağı sanki çok acayip bir şey söylemişim gibi bakıp "inanmıyoruuaam sana" diyorlar.

ne abi? burada size "kutlamayın" yazıp kutlamamı beklemiyorsunuz herhalde?

herkese iyi kandiller, st. valetine'ın da ruhuna el-fatiha!

12 Şubat 2011 Cumartesi

gece yarısı saplantıları

pofffff

sıkıntıdan yedikçe yiyesi geliyor insanın. neye sıkılıyorum? rejimde olmaktan mesela çok sıkıldım. küfür üstüne küfür ederek yemek yemek dürtümü yok etmeye çalışıyorum. eğer yapamazsam açıyorum bir soda kafaya dikiyorum. bunun dışında tüm öğlen boyunca uyuduğum, çok pardon sızdığım için şimdi uyuyamıyorum. halbuse, yarına dinç olmam gerek. eheheheh sevgililer gününü bir gün önceden kutlamaya gidiyorum :P  ^_^

yok be, ne kutlaması? deliye her gün bayram!

bugün rejimime ve benden büyük başarı bekleyen insanlara ihanet ettim. sabahın köründe bir porsiyon su böreğini mideye indirdim. çok utanıyorum Tanrım.
ama iyi tarafından bakarsak, çikolata yemiyorum. uyduruk, tatlandırıcı ile tatlandırılmış, rejim yapanlara yönelik olan patlak matlak, çikolata tarzı, kayısılı ve şeftali bir şeyler yedim. sadece 90 kalori. kalori hesabı yapmayı sevmiyorum. insanı bunalıma sürüklüyor.

karadeniz kadının kaderidir bu. iri kemikli olmak.
-ama tatlım, sen şişman değilsin. iri kemiklisin..

bu monolog hasbelkader yaşanıyor kilo mevzu açılınca. karadeniz kadını olmayı bu yüzden sevmiyorum. ya o değil de benim annem de karadeniz kadını ama son derece zayıf, kemikleri de iri değil. o zaman niçin genelleme yapıyoruz? ya da niçin bir şeyleri bir şeylere yakıştırırak zayıflıklarımızı örtmeye, karşımızdakine gaz vermeye çabalıyoruz? şişmansam şişmanım yani ne edeyim? kendimi köprüden mi atayım? beni böyle sevin lan!

galatasaray store maceramı anlatmazsam şuracıkta bayılırım. metroport avm'deki galatasaray store'a ikinci gidişim oldu bugün. ilkinde çok alıcı gözüyle bakmamıştım, çünkü yorgundum. iş çıkışı alışveriş yapmak zor geliyor. öhüm, girdik neyse, bir şeyler bakındık, alışveriş yaptık arkadaşımla. sonra kasada duran çocuğa, tam işlem yaparken "pardon, siz galatasaraylı mısınız?" diye soruverdim. ahahahah sormasaymışım keşke, ölümün soğuk nefesini ensemde hissettim. o ne "evet"ti bee! yanındaki kız da hemen lapin gibi atladı "evettt" diye. sanırsın analarına küfrettim.

karnım aç. aslında aç değil de hani böyle canınız bir şeyler ister ya. ne bileyim cips olur, çerez olur, bira olur, şarap olur.. ama yok, artık alkol falan almam. bilinçaltımı ortalığa saçtıktan sonra toplaması zor oluyor. ne dediğimi bilmiyorum.
canım bir şeyler yemek istiyor.

tut kendimi holy, tut...

11 Şubat 2011 Cuma

bu devran hep böyle sü... sürü psikolojisi mi?

biraz önce işyerindeki biriyle kilo üzerine konuşuyorduk. göbeğinin "türk kası" olduğunu iddia eden biriyle.

bittabi bu kişinin cinsiyeti erkekti. bildiğiniz üzere türk erkekleri, kafalarına yatmayan şeylere hep bir bahane bulurlar. çok seviyorum onların bu huylarını ah pardon özelliklerini.

karıları bakire olsun isterler ama sevgilileri hep versin isterler. oldu gözlerim doldu. görürsem elbette haber veririm. abi, bu ne yüzsüzlüktür? gerçi yeni nesilin kafasında bekaret sorunu diye bir şey yok ama öncesinde böyle saçmalamaları benim sinir katsayımı olanca gücüyle yükseltmişti.

her çeşit kızla yatıp kalktıktan sonra "yok abi, gitcem köyden bi kız alıp evlencem, otursun evde çoluk çocuğa baksın" diyen bir takım yarım beyinli erkekler tanıdım.

bir de eşinin kendinden fazla maaş almasını hazmedemeyen bir güruh var ki evlere şenlik. düşünceye bakar mısınız? eşi ondan daha fazla alınca gurur denilen bir şey kalmıyor adamda. sanıyor ki "şimdi evde kadının sözü geçecek, sikti ebemi!".

kadının, maddi özgürlük kazanmasını istenmeyen erkekleri sevmiyorum. kadının, tüm gün evde oturup çocuk bakmasını ve akşam eve geldiği zaman ona üç beş çeşit yemek yedirdikten sonra çeşitli zevklerinin aracı olmasını isteyen adamları sevmiyorum. kadını meta olarak görenlerden haddinden fazla nefret ediyorum.
bir kadının mevkisinin yüksek olduğunu kıskanıp "o hiçbir şey bilmez, kimbilir nasıl gelmiştir oralara?" diye düşünenlere de karşıyım.

velhasıl kelam, türkiye'deki erkeklerin bir çoğunun düşüncesi hala daha bu şekilde. siz bakmayın eşlerini çalıştıranlara. ekonomik kriz feci halde suratlarına tokat gibi çarptığı için böyleler. yoksa bunun iş yerinde tacizcisi, otobüslerde fordçusu, yollarda laf atanları var diye çalıştırmak istemeyen erkekler var. ama bunları yapanların da erkek olması çok garip değil mi?

erkeklerin, kadınları erkeklerden koruması çok ironik. ne kadar tehlikeli ve aynı zaman da ne kadar zayıf olduklarının farkındalar. zaten erkek egemen toplumda yaşamak başlı başına bir ironi.

16 senedir aynı apartmanda oturuyorum. 16 senenin sonunda ilk defa bayan bir yöneticimiz oldu, apartman çiçek gibi, tertemiz oldu. güzelleşti, yenileşti. daha öncesinden bombok bir apartmanda 36 daire, hep birlikte yaşıyorduk.
bizim apartmanla yaşadığım ülkeyi elbette bir tutamam ama kadınlara daha fazla söz hakkı verilmesi gerektiğini düşünmekteyim.
bu ülkede türkan saylan gibi hizmet aşığı olanlara neler denildiğini hepimiz vefatından sonra duyduk. gerçi vefat etmeden önce de binbir türlü şey söylenmişti yüzüne karşı.
gerçi bu ülkede tansu çiller gerçeği de var. ama bir tek o var neyse ki. hani en büyük olarak söylüyorum.

islamiyette de kadınlara gereken önemin verildiğini düşünmüyorum. ya da şöyle söyleyeyim. erkek egemenliğinin asla yıkılmaması için ayetleri ve hadisleri kendilerine göre değiştirmiş olabilirler. bu nedense sürekli aklımda. biz de körü körüne benimsemişiz bir çok şeyi.
aynı şey hristiyanlık için de geçerli. en azından katolikler. vatikan'ı hep beraber görüyoruz, arka odalarında neler döndüğünü az çok biliyorsunuzdur. ama bunları çok irdelemek benim haddim olmadığı gibi bilgim de çok fazla değil açıkçası.

diyeceğim o ki
açmak lazım artık tüm gözleri.

10 Şubat 2011 Perşembe

valentine kim ki?

sevgililer günü kapitalizmin kötü bir oyunudur. evet!

ne kapitalizm be. erkek beyni nasıl da çalışıyor. anlamıyor musunuz?

önemli gün ve haftalara anlam veremeyen erkek tarafı böyle bir gün icat ediyor. neden? doğum günü, çıkma teklifi edilen gün ve vesair günleri unuttuğu zamanın telafisini böyle yapıyor. çünkü sevgililer gününü unutmasına imkan ve olanak yok. her yerde reklamlar, tüm dükkanlar kırmızı, çingeneler kırmızı gül tutuşturuyorlar zorla elinize..

nasıl unutsun adam bu kadar şeyin içinde? hem bir kırmızı gül, iki afilli laf, sevgili tav oluyor anında. erkeğimizin işine geliyor.

-ayy aşkımm!!!! hiç hatırlamayacaksın sanmıştım. (saftirik türk kızı mode on)

yerim sizin beyninizi ben! kapitalistlere de bok atmak için zaten yer arıyorduk, en güzel fırsat böylece elimize geçmiş oldu.

hemcinslerim, bence siz bu numaralara kanmayın. sevgililer günü koca bir yalandan ibaret.
st. valentine'in işi gücü yok muydu da böyle bir gün buldu?
yok canlarım yok.. bence şu saçma alışkanlıklarımızı terk etmemiz lazım.
buna da sevgililer gününü protesto etmekle ve sevgililer gününde hediyeleşmemekle başlayabiliriz..

bir de şunu düşünün. sevgililer gününde sevgiliniz yok. avm'lerde göt gibi tek başınıza geziniyorsunuz. millet gülüyor, çiçeklere boğuluyor. sizin hüznünüz tavan yapıyor. ağlamamak için kendinizi zor tutuyorsunuz. siz de istemez miydiniz sevgiliniz olsun, elinizden tutsun.. "sadece elimden tutsaydı bugün ama biri olsaydı, benim olsaydı" diyenleri de biliyorum.

yapmayalım.. bu yalanlara kanmayalım..

8 Şubat 2011 Salı

gölgem olma

bir çoğu insanı takmasa da diğer yanım bazılarını çok takıyor.

thunderbolt'tan sonra aslında yanımın çeyreği kimseyi takmıyor. önceleri deli divane olduklarımı şu anda hiç iplemiyorum. bunu söylemekteki amacım "ayy eski sevgililerim o kadar fazla ki, şimdi kıçımda dahi değiller eheheheh" falan değil. geniş olan çevremden çoğu kişiyle görüşmüyorum. tek tük kaldı görüştüklerim.

pişman mıyım? asla.
bu zamana kadar neden bunu yapmadığım için kendimi sorgulamaya bile başladım.
azlık her zaman iyidir. az arkadaş daha iyidir. çok arkadaş kafa karıştırıcı ve mide bulandırıcıdır.

bir de şöyle bir şey var. diyelim ki ben arayıp sormuyorum. ama zamanında çok ilgilenmişim, kıçı açıkta kalınca kıçını örtmüşüm ve şimdi aramıyorum diye beni aramayangillerden de artık hiç haz etmiyorum.
keyiflerinin kahyası olmadığım için umrumda olmuyorlar doğal olarak.

hani derler ya kötü gün dostu musun diye, galiba ben onları ayıkladım ve yanı başımda bıraktım.
bana bu kadarı yeter.
geçmişte kalanlar da orada kalmaya devam etsinler. gözümün görmek istemediği çok insan var.

....

kepekli ekmeği pek sevmem. aldığım kilolar yüzünden kendisiyle barışmaya ve onu sevip saygı duymaya karar verdim.
dün yaptığım "rejim" alışverişi sonrasında eve kendimi zor attım. hemen ton balıklı salatamı hazırladım ve başladım yemeye. ama yedikçe şiştim. geriye kalanları yiyemedim ve kardeşim bu sırra ortak oldu, salatamı onunla paylaştım.
sabaha kadar hiç acıkmadım allah sizi inandırsın.
bu sabah yine kepek ekmeğiyle yapılmış minicik bir sandviçi mideye indirdim. ama şimdi sataşacak yer arıyorum çünkü açım aç!!!
kendime bile bile işkence ediyorum. şu iğrenç göbekten kurtulana kadar da bu işkenceyi yapmaya devam edeceğim.

anonim, bana göbek eritici hareketler yap deme!

7 Şubat 2011 Pazartesi

büyük günah

60 kiloyu gördüm kaç senenin üstüne. bridget jones olmak istemediğim bir zamanda onun gibi kilo almak ve bunu "ama ben yarım remeron içtim, ağzına sıçtığımın hapı böyle etti beni" diye bok atmak o ilaca bana yakışan bir şey değil. tamamiyle aç gözlülük benim ki. 

bittabi abur cuburun ve yediğim leziz ramenlerin büyük büyük katkısı var kilo almamda. 
her akşam ramenle ve türevleriyle geçen ömrümün, belli bir döneminde zayıf ama ramen yerken mutlu idim. şimdi ramensiz, "acaba ne yemesem"lerle geçen ömrümün kalanında mutsuzum. 

evet, yemek yemeden önce durup düşünüyorum. "ölümcül günahlardan biri bu holy. tut kendini kızım. kazanan sen olacaksın!" diyorum ama iradem o kadar güçsüz ki.. iradesizlik kadar kötü bir şey yok sanıyorum. 

"spor yap" diyenler pek çok. hele bir tanesi bayağı söylüyor ama dik kafalılığımın yüzü suyu hürmetine kimseyi dinlemiyorum spor konusunda. 

ben holy witch,
aslında mutlu olmam gerekiyor, dört bir tarafım sevdiğim şeylerle dolu, yemek istediklerimle..
ama yiyemiyorum.
aslında yiyorum, kendimi kandırmamalıyım! 

"aslında"ların arasında kaybolmayı sevmiyorum.

böhühühüh, yemek yemek is-te-mi-yo-rum!!!!! 

biri beni durdursun!

3 Şubat 2011 Perşembe

güç!

sabah, şirkette benden yaşça küçük bir kız "holy abla, biliyor musun biz ayrıldık" dedi. ama böyle üzülmüş, kendini heba etmiş bir hali yoktu. az çok ilişkilerinin boyutunu bildiğim için direk ağzımdan "iyi olmuş boşver, zaten işe yaramazın tekiydi. daha kimlerle tanışacaksın sen :)" dedim. "elimi sallasam ellisi :)" dedi ve gitti sonra.

bunu konuşurken ikimizde gülüyorduk. ama sonradan yaptığımın iyi bir şey olup olmadığını düşündüm. sonuçta bir ilişki bitmiş. vakti zamanında kızcaz mutluydu, seviyordu. niye böyle bir şey dedim, neden "iyi misin?" diye sormadım. belki buna ihtiyacı vardı. belki ben suratına şapadanak "aman iyi olmuş" dediğim için bir anda kendine güveni geldi. belki en doğrusunu yaptım.

bazı insanların, ilişkileri bittiğinde hiçbir şey yokmuşçasına yaşamalarına imreniyorum. özgür olduklarının farkına vardıklarını görüyorum. birine bağımlı olmayı sevmeyen gruptan onlar.
bu grubu bu yüzden çok seviyorum. günlerini gün ede ede yaşıyorlar. nerede ip kopuyor, orada bırakıyorlar herşeyi.
ağlayıp sızlanmadan, kimseye kendini acındırmadan.
güçlü olmanın tadını çıkara çıkara.

güçlü olabilmem için he-man ile evlenmem lazım. :/

"i have the power!" 

2 Şubat 2011 Çarşamba

başkasının günahını çekmek

gıcığım. herkese.

insanları dolandıranlara ve aldatanlara. güvenlerini sarsıp siktir olup gidenlere.
o gidenlerin ardından tüm iyi niyetiyle gelen insanlara acımasız davranan ve tüm hıncını ondan alan insanlara.

hepsine gıcık oluyorum.

benim suçum günahım yokken, günah keçisi ilan edilip ağzıma edilmesi ve yavaş yavaş ben yapmışım gibi benden öç alınması beni yaralıyor.

bu sefer ben de onlardan olmaya başlıyorum. bir öncekine yapamadığım şeyleri bu sefer gelene yapmaya başlıyorum.

niye?
kanımda dolaşan ve hiç bir zaman bitmek tükenmek bilmeyen intikam adlı sıvı yüzünden.

yapmam gerekli mi? yoksa ellerim arkada, birbirine kenetli mi durmalı dayak yerken?
intikam ne ki? kimden emir aldık intikam almak için?

bilemiyorum, bilmiyorum.

her haltı yedikten sonra masum numarası yapanlara da gıcığım bir de. aklıma gelmişken onu da ekleyeyim. aslında ekleyecek çok şey var da şu güzel güneşli günde moral bozmak istemiyorum.
gerçi moraller bozuldu bozulacağı kadar.
gencecik bir kadın öldü.
hani bazen hiç ölmeyeceğini düşündüğümüz insanlar olur. bunlardan bir tanesi, benim için defne joy foster'dı. ondaki neşe, enerji sanki kimsede yokmuş gibi gelirdi.
ölmüş ama. bu sabah aldık haberini.
üzüldüm arkasında bıraktığı minicik oğlu için. mekanı cennet olsun demekten başka yapabileceğim bir şey yok.
dün aslında aklıma gelmişti. kerim tekin öldüğü zaman, defne joy çok ağlamıştı hiç unutmuyorum. o zaman kral tv'de vj'di. makyajsız suratı ve kıpkırmızı olan gözleriyle kameranın karşısına geçmişti.
şimdi onun için de muhakkak sevdikleri aynısını yapacaklar kamera karşısında.
ben defne joy'un yapmacık olmadığını o gün gördüm. yarın da yapmacık olanları göreceğim için üzülüyorum.
..........
aslında şu moral bozacak bir şey mi emin değilim ama roj tv nobel ödülüne aday gösterilmiş.
dünyada her türden, her ırktan, her dinden insan var. biz türkler olarak nasıl ki milliyetçiysek ve ırkımıza, bayrağımıza laf söyletmiyorsak diğer ırklar ve milletler için de bu geçerli değil midir?
türk - kürt konusu o kadar derin ki. şu anda sadece empati yapmaya çalışıyorum.
ama bazen elimde kalıyor bazı şeyler.
milliyetçi olamadım hiç bir zaman çok çok fazla.
o yüzden alacaksa alsın roj tv nobel ödülünü. belki bir kaç sene sonra belçim bilgin de oscar alır.
olur mu olur..