30 Haziran 2011 Perşembe

sen mi jedisın, ben mi?

http://vwdarkside.com/en/jedi/holy-witch-115280 bu benim şey adresim. ummm, yeaa jedi olmaya karar verdim, tişört kazanacağım. ondan yani. bir tık yeter sevgili cano canlarım ^^

29 Haziran 2011 Çarşamba

pano'dan görüntüler

dün çok özel bir kutlama için pano şarap evi'ndeydik.

vedat milor özentisi bir yazı olmayacak.

tamam sizler için birazcık yediğim ve içtiğimden bahsedeyim ^^

salatalara olan hayranlığım ve "akşamın bir vakti de et yenmez şimdi. dün akşam da yedim. yok yok salata yiyeyim en iyisi" diyerekten somonlu salata siparişi verdim.

gelince hayal kırıklığı, üzüntü, korku, endişe ve bilimum kötü hisleri aynı anda yaşadım.
zeytin yemeyen bünyenin zeytinle karşılaşması sipariş ettiği yemekte çok pis bir duygu.
geçen sefer, beer point'te verdiğim karidesli salata da aynı şeyleri yaşamış ve bir daha söyleyeceğim zaman "zeytin" isimli nimeti kesinlikle es geçeceğime midemin namusu ve şerefi adına söz vermiş idim.
ama dün gece heyecandan ve mutluluktan unuttum.
zehir-i zıkkım olmadı çok şükür. geçen sefer bayağı uğraşmıştım zeytin ayıklamakla. bu sefer canı cehenneme deyip bir güzel karıştırdım ve çatalıma gelen her zeytin parçasını bir kenara koydum.

şarap olarak (a dün kandildi!) papakosti adlı şarabı tercih ettik.
menüde, kırmızı meyvelerin tatlarının yoğun bir biçimde hissedileceği yazıyordu. sırf bu yüzden bu şaraptan istedim. tabi ki de, şirince'de satılan meyve şaraplarını düşünerek istemedim :P
yani azcık vişne, azcık böğürtlen kokusu olaydı ya.. ne kadar mutlu olurdum. şarap tadı konusunda uzman değilim ama her zaman içtiğimiz, normal kırmızı şaraptan çok farkı yoktu. yani en azından benim için öyleydi.
zati şarabın son demlerini içen içti bir güzel. ^^ öperim.

mekanın şıklığından ve kalitesinden bahsetmek istiyorum şimdi.
taş ve resimli duvarlar, koyu renk masalar, nezih bir bar, temiz tuvaletleriyle güzel bir mekan.
yine gidebilirim. illa kutlama olmasına gerek yok.
rumca ve yunanca şarkılar çalıyorlar.

velhasılı kelam ben pek bir beğendim. götürene ve tanıttırana da teşekkürü bir borç bilirim ^^

dün yine, bekletilirken sephora'ya gireyim dedim. bir gün öncesinin verdiği sıkıntıyla iyi inceleyememiştim istediklerimi.
sephora'da şu anda indirim var. e güzel.
yalnız, benefit ürünlerinin bulunduğu raflarda acayip bir düzensizlik mevcut.
sevmedim bu işi.
yine hiç birşey almadan çıktım.
galiba bir nevi sephora'yı protesto ettim :P

yediğim, içtiğim ve gördüğüm manzara bu.

desire me! 
eki eki eki.. beni parfüm havuzunda boğsanız ölmem sanıyorum.
escada desire me'yi yapan benim için yapmış ^^
bayinizden ısrarla isteyiniz..

28 Haziran 2011 Salı

o geçen bir ay mıydı?



bir ay. yalnızca bir ay.

30 gün. 720 saat. ve bu 720 saatin her dakikası, her saniyesinde kafamın içinde tek bir görüntü.

o şey, olmayana ergi değilmiş, 720 saatte öğrendim.

o şeyi ve bana o şeyi sevdireni, tekrardan inandıranı çok seviyorum.

nice güzel aylara, yıllara..

önemli not : sevgi pıtırcığı olmadığımı benden iyi biliyorsunuz. lütfen dalga geçmeyiniz. öperim. gererim.

sebepli sebepsiz

dün çok kötüydüm. zaten nedensizce içimde birikmiş bir sıkıntı mevcuttu. halbuse, bir gün öncesinde harika zaman geçirmiştik. prenses gibiydim mesela ^^

dün, bir takım tartışmalar yaşadım. ama bunlar sıkıntımla alakalı değildi.
sıkıntım geçmek bilmiyordu.

bambaşka şeylere yormaya başladım.

"acaba ondan dolayı mı? yoksa? hayır ya! lütfen öyle olmasın!" gibi saçma sapan negatifliklerle doluydu kafam ve kalbim. hani tek bir şeye de yormak büyük aptallık ama elimde olmadan, elimdeki en güzel şeyi mahvedebilecek potansiyele sahiptim.

yordukça yordum ve yoruldum.
en sonunda konuştum.
"holy, sakın! sakın düşünme bunları! alakası yok bak göreceksin"

haklıymış ki, onlarla alakası yokmuş.
meğerse onunla alakalıymış.

canım arkadaşım, önce fal baktırdı. o kadar mutluydu ki, anlattıkça anlatıyordu hissettiklerini.
benim içim sıkılıyordu.
yemeğe gittik. anlattıkça anlattı.
yine içim sıkılıyordu.
sephora'ya girdik. benim gibi bir insan, hiçbir şey almadan çıktı oradan ya, bu ne demek?
canım acayip sıkılıyordu!
suratım gülmüyordu ya da yalandan sırıtıyordum, dokunsan ağlayacaktım.

iyi dileklerle birbirimizden ayrıldık. dolmuştayken, önümde uzun saçlı bir genç çocuk vardı.
ve bingo! gözünde gözlük.
bir an çook özlediğim biri geldi aklıma.
arayamadım.
sonra yoldan geçerken, saçları ense hizasında birini gördüm.
yine özlediğimi hem de çoook özlediğimi anımsadım.
aramadım.
ama çoook özledim onu. tabi ki de kimse ona benzemez. benzeseydi o özel olmazdı.
sevmezdim.
ama çok özledim.

o sırada mesaj geldi. benim içim acıdı.
çok da anlayamadım neler olduğunu.
aradım mesaj sahibini. anlattı.
sesi o kadar güçlüydü ki. hani sanki benim başıma gelmiş de onun başına gelen, beni avutuyor.

canım yandı ama sıkıntım geçti.
ama üzüleyim mi sevineyim mi bilemedim.
ve karşımda duran güçlü kadını bir kez daha çok sevdim. ne mutlu bana ki onun gibi birini tanıdım.
her şey güzel olsun onun için. hep gülsün, hep sevinsin.

kımıl zararlıları da hep uzak dursun ondan.
hasta etmesinler beni.

22 Haziran 2011 Çarşamba

shiseidosuz yaşayamam!

UYARI : lan cano canlar, arkadaşlar, kapitalist felam değilim. beni biliyorsunuz. ama canım acayip sıkkın, delirdim ve neye sataşacağımı şaşırdım! en iyisi sataşmayayım birazcık alışverişlerimden söz edeyim dedim. makyaj bloğuna çevirmeyeceğim bloğumu! i promise! 
beni anladığınızı umarım yoldaşlar! ^^ öpücükler..


caponlar, hakikaten yapmış!

böyle ara ara kozmetik manyağına dönüşüyorum. bildiğim tüm kozmetik bloglarını takibe alıyorum hemen. kim ne almış, neresine sürmüş, iyi olmuş mu, kim pandaya dönmüş falan filan diye diye okuyorum.

ama bugüne kadar da okuduğum ve "ayy canım çok şeker" falan deyip aldığım hiçbir şey yok ortada.

nars, nxy, mac ler öyle pahalı ki! yani ay aşırı bir şey almam imkansız!

hem de ötesi!

çok şükür memur maaşı almıyorum ama yazık lan vereceğim paraya :(

sevil parfümeri'yi her dem çok sevdim. bu sevgi, ortaokul yıllarıma tekabül etmekte. mesela, gazetede reklamları olurdu, işte iki adet cilt bakım kremi alana bir deneme boyu ruj, bir parfüm, bir ıvır bir de zıvır bedava diye.
aldığım harçlıkları iki ay boyunca biriktirsem anca alabilirdim cilt kreminin, tekini :)
gerçi ne tarafıma sürerdim o kremleri onu da bilmiyordum ya.
benjamin button etkisi olabilirdi her halükarda.

özet geçiyorum! tamam bağırmayın!
son dönemlerde sevil parfümeri'den geri gelemez oldum.
aslında benim amacım tamamiyle parfüm almaktı. tamam, strawberyy.net'ten falan alınabiliyor ya da diğer sitelerden. ama en sevdiğim şey, birşey alacaksam onu yerinde almaktır.
kitap ve parfümde durum benim için böyle.
parfüm aldıktan sonra kızın "başka bir şeye ihtiyacınız var mı? ^^" sorusunu "lütfen, makyaj ve cilt bakımı raflarına dalın" olarak algıladım ve dalış yaptım.

onunla ilk karşılaşmamız böyle oldu...
-göz altı morluklarından muzdarip bir kadınım. rimel sürünce haliyle akıyor -ki bir de waterproof zıkkımından da kullanıyorum- bana iyi bir rimel lütfennnnn!

diye zırladıktan sonra;
-bir de bunu deneyin :) dedi kızcağız.

fiyatına aldırmadan ve tatbik yaptıktan sonra "piki ^^" dedim.
-e ama concealers da lazım bana :( mor diyorum göz altım
-bir de bunu deneyin :) dedi yine kızcağız.

rimeli, hakikaten güzel. takma kirpik etkisi yapıyor. buraya fotoğraf falan koymayacağım. çünkü blogum makyaj bloğu değil :)
concealersı da iyi.

bunlardan bir kaç sonra, daha doğrusu bir hafta önce parfüm almak için yine sevil parfümeri'nin yolunu arşınladım.
parfüm seçiminden sonra "ya ben allık istiyorum ama böyle acayip doğal dursun" dedim.
gönlüm, clinique marka herşeye razıyken ve hatta shiseido'dan bir allık seçmişken ikisinin de bana yar olamayacağını anladım.

neyse ki başka bir markanın allığı imdadıma yetişti. hadi reklamı olsun : lancome!
sonra ne mi oldu?
tam allıkla parfümü kasaya götürüyordum ki, kızcağız bir kaç tester verdi.
-bu shiseido yüz yıkama kremi, bu göz altı aydınlatıcısı. aynı zaman da kırışıklık için ve morlukları da yok ediyor.
-ne?!?!?! ne kadar bu? istiyorum!
evet, aldım kremi. ve gayet de güzel. yine tester olarak shiseido (adamların kulağını iyi çınlattım ^^) marka pudralı nemlendirici verdi. ve evet! evreka! yine çok memnun kaldım.
yüz yıkama kremi de dahil bu memnuniyete!

işte o ürünler!
pudralı nemlendirici için ise :
bir de lip gloss aldım ki evlere şenlik :)

ulan caponlar, harbi adamsınız ha!
ne iyi ettiniz de kozmetiğe de parmak attınız!
sayanora kardeşler!

21 Haziran 2011 Salı

minik minik minik kelebek

dün kelebekleri anlatacaktım da kurda döndü iş demiştim değil mi?

hadi bakalım kelebekler gelsin artık!

-hayatta kimseye aşık olmam daha da! canım ne zaman çocuk yapmak ister, o zaman bulurum birini, evlenirim! zaten çocuk da istemiyorum. o zaman böyle hayat bana güzel!!
-saçmalama.
-ama ben aşık olamıyorum ki! eğer olsaydım hemencecik bıkmazdım kimseden! demek ki aşk yok!
-aşk var. ama senin karşına, hiç beklemediğin bir anda çıkacak.
-ya ya..

bu diyalogları artık ezberlemiştim. artık kime neyse benim aşk hayatım?
hani toplumumuzda şey olgusu var ya:
-aşık olmadan sevişemem.
-aşık olmadan evlenemem. evlensem parası için evlenirim.

yani biriyle berabersen illa ki aşık olacaksın. sevgi karın doyurmaz onlar için. yavan sevgiyi kim ne yapsın?

beraber olduğum insanların, beni çok da bir taraflarına takmaması ve böğrüme böğrüme dom dom kurşunlarını sıkmalarının üstüne, artık "aşk" denilen şeyin olmadığına kanaat getirmiştim.
her yerde, hiç sıkılmadan söyledim.
söyledim de ne oldu?
herkes bıkıp usanmadan aynı şeyleri söyledi.

zaten bilirsiniz eğer okuyorsanız şu sayfaları. aşka inanmadığımı burada da kaç kere yazmışımdır.

ama günlerden bir gün...
doğru kişiyi cidden bulduğunuzu hissettiğiniz an..
hani o kelebekler var ya, midedeki, üstüne gaz döküp yakıp öldürdüğünüz.
heh işte onlar freddy krueger gibi canlanıverebilirler.
miş!

bunu da öğrenebilirsiniz.
canlanmaları için kimsenin size lanet etmesine gerek yokmuş.
sadece biraz cesaret, biraz güzel sözler yetermiş.
beklentisiz olmak da canlanmaları için bir adımmış..

ha bir de güvenmek. o kelebeklerin canlanmasındaki en büyük rolü güven alıyor.

izlemlerim şimdilik bu kadar.
umarım, bu sefer  idam etmek, yakmak, gaz odasına tıkmak falan gibi şiddetli eylemlere gark olmam.

inşallah ^^

bir de kelebekler lafım size!
lan olm, göbeğim şişiyor sizin yüzünüzden.
ne o öyle her gün milka m-joy'lar falan!
gerçi sizin karşı komşunuz, habersizce ve hunharca dondurmaları götürüyor ama..
neysseee!!

20 Haziran 2011 Pazartesi

obur ve mutlu

aslında o gün bir yere yetişmiyordum. yani geç kalmamıştım.

aslında kalmıştık.
taksinin içinde, bridget jones edasıyla allığımı çıkardım ve yanaklarımı pembeleştirdim. sonrasında rujumu çıkardım -o sırada aynayı o tutuyordu- dudaklarımı boyadım.

saçım.. nemden bozulmuştu.

"beni bu halimle sev :/" dedim içimden ^^. yüzüne deseydim biliyordum ne cevap vereceğini.
bazen, çenemi kilitleyip, anahtarı nereye koyduğumu unutmak hoşuma gidiyor.

allah'tan devamı bridget jones'taki gibi gelişmedi. yani, gittiğimiz yerde bir başkasının ona kur yapması, benim göbeğimin fazlaca dışarı çıkması, makyajımı abartmam falan filan..
tam aksine her şey güzeldi.

aksine, iyi insanlarla tanıştım. pot kırmadım. böyle bir gurur vardı birilerinde. omuzları kabarmıştı.
her şey güzeldi.

mutluluk denilen şey bu olmalı işte.

ama acımdan ölmemi engelleyemedi mutluluk.
allah ne verdiyse, önüme ne konulduysa yedim! ahhhhhhhh yarın obez olduğum zaman yine benimle birlikte olur mu bunu düşünüyorum :/
can boğazdan geliyor ya, keşke göbekten ya da basenden de gitse o can.

hıhı, evet, yine kilo problemimi araya soktum. ne yapayım?
son 3 yıldır almadığım kadar kilo aldım gibi geliyor.
hoş değil.
zaten boyum tipik türk kadını boyu.
ekvatordan şişkin, kutuplardan basık bir kadınım anlayacağınız.
:/

bunun yanında ertesi gün ve ondan sonraki günde yiyebildiğim kadar yedim.

aslında ben midemdeki kelebekleri nasıl öldürdüm ve onlar nasıl tekrardan dirildiler onu anlatacaktım ama midemdeki kurdu anlatmış oldum.
kusura bakmayın..

şu da bir gerçek ki, hem kurt hem kelebekler, bir arada mutlu ve mesutlar..

^^

17 Haziran 2011 Cuma

Allah'ın aslanı ve Allah'ın kulları

kılıçdaroğlu "aleviyim, ne var bunda?" demiş.

haklı. ne var ki bunda?

aleviler de insan sunniler gibi. yani türkiye'deki bu faşistliğin sonu ne zaman gelir bilmiyorum ama geldiği gün muhakkak ki çok kayıp olacak elimizde avucumuzda.

oysa ki, islamiyet hoşgörü dini diye atıp tutanlar çok. 5 vakit namazını kılıp, orucunu tutanlar yapıyor en çok bu ayrımcılığı, o yüzden sinir oluyorum. samimiyetlerine hiç inanasım gelmiyor. gelmemekle beraber aslında reele geçirip inanmıyorum bile. inanılacak hiç bir tarafları yok.

bazen öyle komik şeyler duyuyorum ki çevremdekilerden.
-namaz kıl! namaz kılmazsan doğru cehenneme gideceksin!
hayır, kaç kişi bunu tatbik etmiş ki bu kadar iyi biliyorlar, onu anlamıyorum.
kuran-ı kerim'i çok iyi okumadım ama namazla ilgili bir şey yazdığını da duymadım hiç.
neyinden emin olabiliyorlar ki?

sen hırsızlık yap, taciz et gözlerinle, ona buna bok at, yalan söyle, karına el kaldır hatta döv ama namaz kılınca bunlar nötrleşsin ve cennete git!

yok ya! var mı öyle kolay yol?
eğer Tanrı cidden böyle bir düzen üzerine kurduysa bu dünyayı, ben inanmam hiç birşeye. ne çoluğuma ne çocuğuma ibadet et bile demem.

böyle tipler yüzünden, müslüman alemi dininden soğudu.
cemaatler ve tarikatlerin başarısını göz ardı edemeyiz tabi bu konuda.

inanın, başka ne hikayeler var da yazamıyorum.
ne cemaatle ne de herhangi bir tarikatle alakam var. sadece bir kez sohbetlerine gittim ve daha da gitmemem gerektiğine karar verdim.

galiba şu var artık beynimde. bir konuyu ne kadar derinlemesine araştırırsan o konudan o kadar uzaklaşıyorsun.
insanların dini imanı para şu anda.
cemaatler de bu yüzden varlar benim gözlemlerime göre. belki kuruluş amaçları farklıydı zamanında ama şu anda durum bu.

bilemiyorum, bize denilenin her zaman tersini yapıyoruz.
oysa ki dünya harika bir düzen üstüne kurulmuş bir yer!
değil mi?
hep öyle anlatmaz mıydı din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri?

hayırlı cumalar...

15 Haziran 2011 Çarşamba

samimiyetsiz bir yazı

ertuğrul özkök samimiyetsizliği tarzındaki yazıma başlıyorum sayın okuyucularım.

son günlerde köşe yazarı kisvesi altındaki yazarlarımız üstümüzden silindir gibi geçen seçimle çok ilgilenmiyorlar. e tabi onlar da haklı. türkiye'nin yarısı akp'li. yani ne desinler ki? zamanında o kadar söylediler, yazdılar ve çizdiler. şimdi ise "adam sende" tripleriyle yazmaya devam ediyorlar. gittikleri konserleri, dolaştıkları ülkeleri yazıyor yazıyorlar. yazsınlar.

yılmaz özdil'i itin poposuna sokup çıkaranlar ise...

sussunlar bir zahmet.

galiba bu yüzden köşe yazısı okumayacağım bir süre. samimiyetsiz, yapış yapış geliyor bana bir takım yazarlar.

neyse, sonisphere festival var bu pazar günü. iron maiden, alice cooper ve in flames gruplarıyla metalci gençlerimiz zevkin doruğuna çıkacaklar.
hayatımda, yukarıda saydığım hiç bir grubu dinlemedim. göz ve kulak aşinalığı sonucunda yazıyorum. alice cooper'ı hiç tanımazdım mesela. zaten tipini gördüğüm anda "bismillah! allahım sana geliyorum!" demiştim ^^

ben kim, metal müzik kim?


ergen dönemlerimde hiç dinlemediğim metal müziği artık şu kart yaşımdan sonra hiç ama hiç dinleyemem.
bana verin travis'i oturur dinlerim. üstüne para bile veririm.
bu arada travis de rock'n coke festivali'nde olacak.
bak buna gitmeyi çok isterdim ama gidebileceğim kimse olmadığından ve ve kalabalık, sıcak beni fazlasıyla bunaltacağından gitmeyi göze alamıyorum.

şimdilik, sorunlarım bu şekilde. allah başka zeval vermesin.
amin.

13 Haziran 2011 Pazartesi

77 kadın

bir seçimi daha atlattık. yalnız her seferinde daha da hüzünlere gark oluyor türkiye'nin yarısı.

hiç kimseyi yargılamak, bok atmak gibi isteklerim yok. vicdanım çok rahat. emin olduğum partiye, benim geleceğimi gerçekten düşünen partiye oy verdim. görevimi yerine getirdim.

ama en çok sevindiğim şey, mecliste 77 kadın vekilimizin olması. bir sonra ki seçimde inanıyorum ki bu sayı katlanacak, daha da artacak.

hangi görüşte olursa olsun kadın vekillerin sayısının artması, dünden bana kalan en güzel hediye oldu.

zaten şafak pavey ve sabahat akkiraz'ın meclise girmesi ayrı bir gurur benim için. ilk defa istediğim kişileri göreceğim galiba mecliste.

şafak pavey, bildiğiniz üzere, seneler öncesinde isviçre'de bir tren kazasında kolunu ve bacağını kaybetmişti. o zamanlar sanıyorum 11 ya da 12 yaşındaydım. ama bu olaydan çok etkilenmiştim. bir kaç sene sonra beyoğlu'nda dayak yemişti otopark sahibinden.
bu kadar acıya göğüs germesi ve hala daha dimdik durabilmesi hayata karşı bana oldukça güven veriyor. çok başarılı bir insan. beni, mecliste gerçekten iyi temsil edebileceğine inanıyorum.

bunun yanı sıra güldal mumcu gibi bir ismi görmek de mecliste yine beni mutlu etti.
kadın vekillerimizin genel yaş ortalaması oldukça genç. umarım çok güzel işlere vesile olurlar.
umarım söz hakkına sahip hem cinslerim meclisi daha da güzelleştirirler.

her ne kadar israil gibi olsa da kadın milleti, yine de elini değdirdiği yer güzelleşiyor.
bu da hak yemez, su götürmez bir gerçek..

gelelim kültürel konulara!
2007 senesinde çekilen ARA adlı filmi izledim.
entel dantel bir film gibi. 4 arkadaşın 7 senesini anlatıyor.
birbirini çok seven 4 arkadaşlar. ama birbirlerini birbirleriyle aldatıyorlar.
kesinlikle izlenmesi gereken bir film.

9 Haziran 2011 Perşembe

beni kitapla besleyin

evreka!

şu fani dünyada, en sakin ve en mutlu olduğum yeri buldum.
"sevgilinin kolları arasında, yumuşacık mis kokulu yastıklarla kaplı yatak di mi?" diyene kafa göz dalarım!

dün akşam ÖLÜM PORNOSU - Chuck Palahniuk adlı kitabı almak için inkılap kitabevi'ne gidiverdim. önce, dışarıdaki kavurucu sıcaktan bunalıp serin dükkana girdiğim için hafiflediğimi sanmıştım ama meğerse olay o değilmiş. son derece mutlu olmuşum bir anda. daha önce de çok girip çıktım. safi inkılap değil. nereye gidersem gideyim, kitapçı gördüğüm an girerim içeri.
ama dün akşam daha da mutluydum.
istediğim kitabı bulmanın verdiği bir mutluluk muydu yoksa cidden o kadar kitabın içinde olmanın verdiği bir mutluluk muydu emin değilim ama mutluydum işte.

vallahi başımda kavak yelleri esmiyor. pembe bulutların üstünde de yürümüyorum. sadece, hani şey vardır ya, kadınlar alışveriş yapınca mutlu olurlar. ben de kitap alınca çok mutlu oluyorum.
ileride çocuklarıma miras olarak bırakabileceğim en değerli şey onlar.
umarım çocuklarım da benim gibi kitapsever olurlar.
dur ya ne çocukları, çocuk diyelim. sayın r.t.e'nin sözüne uyup 3 tane çocuk yapamam.
yapması bir dert, bakması bir dert..

en az 3 çocuktan sonra en az 4 kadınla konuyu kapatırlarsa da şaşırmam eheheh :p

8 Haziran 2011 Çarşamba

bence dokunma

"hiiiiiiiiiiiiiiiiii ne ayıb!!!! porno mu izliyosun? aaaaaaaa bu ne? ölüm pornosu?!!!!!!!!!! bunları mı okuyosun sen!?! iyiden iyiye azıttın? manken misin?!"

yo ben ebenim senin..

insanların yeme, içme, tuvalete gitme gibi ihtiyaçlarından sonra cinsel ihtiyaçları gelir sevgili canlar. bazen bu cinsel ihtiyaçlar yeme, içme, tuvalete gitme gibi ihtiyaçlardan önce de gelebilir. bu durum hiç garip değildir.

bazen cinselliği ele alarak farklı şeyler anlatılmak istenebilir insanlara.
cinsellik utanılacak bir şey değil çok şükür.
her ihtiyacımızı veren Allah, bunu da vermiş insanlar üreyebilsin, zevk alabilsin diye hayattan.
her bulduğunuz insanla yatın kalkın, pozisyondan pozisyona koşun demiyor kimse size.

ama öyle abartılıyor ki son zamanlarda bu durum..
yani sanırsın ki, sokaktaki herkes birbiriyle şey yapıyor!
22 ağustosta porno yasaklanacak. abazalar dolacak sokaklara..
yalan mı?
ensest ilişkiler çoğalacak belki.
pornonun p'si bile geçmeyecek.
funda uncu gibi çevirmenler göz altına alınacak.

ama en çok merak ettiğim şahin k. ne yapacak? zavallı adam, kariyerinin doruk noktasındayken inişe geçecek belki de :/

korkuyorum. bugüne kadar "cızzzzzz" denilen şey artık "yasak" olacak.
one night stand yapamayacak artık kimsecikler belki de.
o.n.s ile işim olmaz ama yapamayanlar çok saldırganlaşacaklar. buna eminim işte!
ondan sonra her gün gazetelerde okuruz taciz, tecavüz haberlerini.

artık ne bekliyorsunuz bazı şeylere dur demek için çok merak ediyorum.
bak yine aklıma sibel üresin geldi.
üremesin böyleleri!

7 Haziran 2011 Salı

hükümet evlilik sibel.. üremesin

hmmm

ahmet davutoğlu, milf heyetini kabul etmiş. 

bülent arınç, porno diye bir şey keşfetmiş. 

hükümetimiz, mhp'lilerin kasetlerini ortaya çıkardılar ve izleyen izledi.

başbakanımız, dilşat aktaş için "kadın mıdır kız mıdır bilemem" dedi. 

hmmm

bu durumda kimin aklı 5 saniye de bir (yoksa 3 müydü?) sekse çalışıyor ben yorum yapamayacağım. sonra sayfamı falan kapatırlar mazaallah.. 
zaten sürekli bir iğneleme, bir muhalif tavırlar içerisindeyiz bir takım insanlarla. 

ama yine de bu kadar şeye rağmen hala daha akp 13 haziranda şeytan gibi bakar ve gülümserse, aziz nesin'in mezarına gidip yasin okuyacağım. rahmetle on bin kez anacağım rahmetliyi. gidemezsem de evden artık okurum bir şeyler. 

o değil de cano canlar, bir haftadır çok yorgunum. 
kuzenimin, kına gecesi ve nikahıyla alakalı oldum baya. yani bugün -kendiminki hariç- herkesi gönül rahatlığıyla everebilirim. kına gecesi de yaparım, kına da yakarım, yüksek yüksek tepeleri de söylerim, kuaförde de beklerim.. 
offf off harikaydı.. hayatımda hiç bu kadar eğlenmemiştim! 

tabi evlenen ben olmadığım için işin bayağı bir dalgasındaydım. kuaförde absürd pozlar verdim, kuzenimle dalga geçtim falan filan derken buketi kaptım :P 
ama evde kaldığımın da farkına vardım. 
yaş olmuş 27.. kaldım işte kaldım! ühü! 
yaşıtlarımın çocukları var, benden en fazla 4 yaş büyükler 2. tura dönüyorlar.
neyim eksik ki benim :( vallahi çok kırılıyorum ideal erkeklere. 
eliniz armut mu topluyor arkadaşım?
yaşınız geçiyor evladım.
bak çoluğa çocuğa karışın artık. her genç kadının rüyası çocuk doğurmak sonrasında da annesine ya da kayınvalidesine baktırmak.

lütfen gençler.. bir el atalım, bekar kız kalmasın!
hadi! 

bana bakın, sibel üresin gibilerin laflarını dikkate alıyorsanız eğer...
sizi ideal erkeklikten men ederim! 
tehlikenin farkında değilsiniz daha siz olm!