22 Aralık 2011 Perşembe

abla ne demek?

canım ablamın oğluşu poyrazın iki gün önce birinci yaş günüydü.
poyraz'ı ne kadar sevdiğimi bilmeyen kalmadı. çocukları sevmem ama poyraz benim için çok özel.
özellikle annesinden ötürü.

ablamla üç sene önce tanıştık ekşi sözlükten. yazdığım yazılar hakkında yorumlarla yavaş yavaş ilerliyordu arkadaşlığımız. birden psikologum oluverdi. psikologtan da ziyade akıl hocam.

yaşadığım kötü günlerde hiç yüzünü görmeyerek destek aldım ondan.
11 aralık 2011 tarihinde ilk defa sesini duydum. telefonun diğer ucunda geberircesine ağlarken beni yatıştırıyordu.
o kadar benzer yönümüz ve benzer acılarımız var ki..

benzer acılarımız götümüze asla takmayacağımız şeyler aslında.
aşk meşk, gerizekalı erkeklerin bizlere çektirdikleri..
lakin gönül ferman dinlemiyor. hepiniz biliyorsunuz.
o da biliyordu.
ve bu kadının bana söylediği -bu konudaki- her şey çıkıyor.

benzer yönlerimiz, sevdiğimiz insan için tek olmak istiyoruz.
bunun mümkün olmadığını bile bile hem de.
kıskançlık damarlarımızda akan bir kan adeta.
sevmek bizim için bu işte. bizi çok sevene her şeyimiz feda.
sevmeyenin de burnundan getirebiliyoruz hayatı.

poyraz'a da, sana da ve tüm sevdiklerine allah uzun ve mutlu ömürler versin ablacım benim..
seni çok seviyorum.

21 Aralık 2011 Çarşamba

gerekli şeyler 1

kalıplaşmış ve klişe yazılardan gına geldiği için yazamıyorum sanırım.

bir ara konser, tiyatro, sinema falan baya dolaşıyordum. şimdi haftasonlarım bir apartman dairesinde yemek yapmak, kediyle oynamak ve fi tarihinden kalmış veyahut kalmamış filmleri izlemekle geçiyor. kesinlikle rahatsız değilim.

iyi bir film eleştirmeni de değilim oturayım size yazayım bu film böyle, şurası şöyle diye. kendimce sebeplere bağlar ve "izleyin" den öteye de geçemez söyleyeceklerim.
yaptığım yemekler ise her annenin yaptığı, farklı olmayan yemekler.
tek diyeceğim şu ki, düdüklü tencerede asla biber dolması yapmayın. yap diyene uymayın.

gelelim kediye.
ömrüm boyunca "kediiiiii" diye yeri göğü birbirine katmış bir kadın olarak diyebilirim ki :
bu iş zor yonca :/
kumuydu, mamasıydı, aşısıydı, pire damlasıydı falan derken çocuk bakmaktan daha zor geliyor kedi bakmak. haftada iki gün gördüğüm kedi için bu kadar zor şeyler söylüyorsam, kendi kedimin olması düşüncesi artık beni ne kadar korkutuyor bir de bunu düşünün.
yani bir sen bir ben bir de kedi diyemeyeceğim bu durumda :/

renkli dünya
size izlediğim filmleri sunmaktan da ayrıca gurur duyarım :
-pathology : eh işte. biraz gençlik filmi, biraz gerilim falan. çok sarmadı beni.
-insidious : evet, evet, aradığım korku filmi buydu!!! oturun izleyin ve korkun ^^
-descent 1 - 2 : klostrofobik iseniz hayır, izlemeyin.
-kara kentin çocukları : 1999 yapımı köşede kalmış bir türk filmi. bunu da katın listeye.

son günlerde sürekli korku ve gerilim filmi izliyorum. romantik komedi tarzı filmler artık sarmıyor. gerçi hiçbir zaman sevmedim böyle filmleri. zaten romantik komedi tadında bir hayatım var.
koca bulmuş bridget jones gibi oradan oraya koşturuyorum ^^

bu filmlerin yorumlarını isterseniz de sizi şöyle alayım : http://bill-carson.blogspot.com/

şöyle bir şeyler var 
holywitch.tumblr.com
bu adresi beğendim sözler, fotoğraflar için aldım. tumblr demek fotoğraf demek benim için.
blogger ise gördüğünüz gibi uzun uzun yazmaya yarayan bir internet aracı.

16 Aralık 2011 Cuma

ince çizgi

sofu biri değilim.

sofu olduğum zamanlar olmadığı değil. ama o zamanlarda bile çok çok sofu değildim.
belli kurallarım vardı. "emrediliyor" diye değil, bana doğru geldiği için yapıyordum.
gerçi hala bir çoğunu yaparım. hala daha doğru geliyor çünkü. yaşadığım yere, ülkeye göre en doğrusu bu.
belki bu ülkede değil de ne bileyim daha fazla özgür, rahat bir ülkede yaşasaydım yine aynısını yapardım.

çok mini giyemem, dekolte sevmem, çok içemem (ironi değil len, hangover olduğum zamanlar olmuyor değil ^^) vs.

bunların daha fazlası öğretildi bana. gerek ailemde, gerek okulda, gerekse çevremde.
ama ben, içlerinden seçip aldıklarımı yapmaya devam ediyorum. çünkü böyle mutluyum.

hani diyoruz ya "moda insanın kendisine yakışanı giymesidir" diye.
bence bu da böyle bir şey.

derine dalmadan şunu anlatmak isterim.
aile baskısıyla kafasını kapatıp, poposuna daracık kotu geçirip sokağa çıkan bir kadın değilsem kendimle gurur duyarım.

aile baskısıyla kafasını kapatıp, beş vakit namaz kılması gerekirken sadece kafasında türban, tırnaklarında bordo ojeleriyle dışarıya çıkmıyorsam kendimle yine gurur duyarım.

bu şekilde dolaşan kadınlardan tek farkım benim onlardan daha mutlu olmamdır. ailem bana bu özgürlüğü verdi çünkü. her şeyi öğretti. özgür olmayı da.
günah boyutunu artık hiç bir şekilde kimseyle tartışmak istemiyorum.
bana öğretildi mi?
öğretildi.
olay bitmiştir.

gerçekten hanım hanımcık türbanını takıp, dininin emrettiği şekilde dolaşan kadınlara ise asla lafım yok.
asla ve kat'a. bu bir tercih meselesi.
önemli olansa seçtiğin yol hangisi olursa olsun abartmadan yürümek.

allah kimseye abartma gücünü çok vermesin.
inanın çok kötü görüntü kirliliği oluyor.