17 Kasım 2011 Perşembe

ne istediğimi biliyorum!!

depresif günlerimden birindeyim ^^
yine de mutluyum. bunda O'nun feci halde etkisi var.
27 senedir düşlediğim şeyleri yaşıyoruz.

neyse konu O değil.
konu depresifliğim.

havalar sağolsun, böyle nemli, puslu, soğuk havalarda entel kadın rolüne bürünüp, kitap okumak, diğer taraftan çay yudumlamak istiyorum. hiç bir zaman bunu yapamadım. bir gün yaparım elbet.
tabi bunu yaparken evimizin dekorasyonu da çok önemli.
bizim ki gibi retro bir ev değil, yerde üç beş minder, bir sallanan sandalye, duvarda nü tablolar olması gerekli.

fincan veyahut kupalar da yine son derece egzantirik olmalı. giyilecek hırkanın kolları uzun olmalı. hırkanın kollarıyla çay dolu fincan tutulmalı.

oturulan koltuğun yanında eski püskü albümler, fotoğraflar olmalı.
kitaplık upuzun olmalı. kapkalın kitaplar varolmalı içinde.

tüm bu şartlar uygun olduğu takdirde depresif olabilirsiniz ^^
benim böyle imkanlarım yok. neredeyse tütülü elbise giyinip 1950lerden fırlayacağım bizim evde.
gerçi onun da tadı tuzu bir başka ya :))

nasıl koca bulunur? <3
ben buldum diye herkesin bulması gerekli bittabi.
bir kere kendini bir rahatlat, gevşet.
sen onu değil, o seni bir bulsun.
sen, özgür mode on dolaş her zaman. bak o zaman nasıl ışığı gören sinekler gibi evlenilecek adamlar doluşuyor çevrene.
eğer gelmezlerse bu süre zarfında bol bol çiklit oku.
kursa falan git demem, zira ben gittim de n'oldu?
onlar zengin oldu.

velhasıl kelam benim naçiz önerilerim bunlar.
çok da bir şey bekleme erkek taifesinden, sana tek bir işte yararları oluyor. gerisi detaylara gark oluyor olayın.

hem öyle büyük bir aşk hayallerini de kurma.
büyük bir aşkı kim kaybetmiş ki sen bulasın?
^^

galiba benim bulmam da artık tanrıya "yeterrrrrrrrrrrrrrr" diye isyan etmemden kaynaklı.


kitap okuyorsan varsın
kitap okuma alışkanlığımı bir aralar bırakmıştım.
çok dertliydim. hala daha sık sık kitap alıyordum.
aldıklarımı okuyabilmiş değilim. fakat halalarım sağolsun, okudukları kitapları bana vermeye başladılar. hadi benim çingeneliğim de diyebiliriz buna :)
kendi çizgimden biraz dışarıda yazarları okuyorum. ama zevk alıyorum açıkçası.
büyüklerden birinin dediği gibi : tatmin oldum ^^

14 Kasım 2011 Pazartesi

erkek hikayeleri 2

Çocukları sevenleri anlayamıyorum.


Hele hele yaramaz olanları dövesim bile geliyor çoğu zaman.

Ama büyüğe el kalkmayacağı gibi çocuğa da el kalkmaz benim için.

O dövme isteği sadece istek olarak kalıyor içimde bir yerlerde.


Ülkemizde kızlarımız çok dayak yerler mesela. İster çocuk olsunlar isterlerse genç kız.
“neden o çocuğa baktın?! Küt!!”
“neden mini giydin??! Şrakkk!!”


Bunun yanı sıra erkekler de yemezler mi dayak? Yerler tabi.

Babaları, ödevlerini yapmadıkları zaman veyahut ilk sigara içişlerini gördükleri zaman kulaklarına asılırlar. ama kızlara asılsın, ilk defa milli olsun göğsüne gere gere dolaşır o baba..
ama gerçekten bir "babaysa"..

bazı çocuklar tanırım. babalarının ölmeleri için dua üstüne dua eden..
bazı çocuklar tanırım. babaları öldüğü için derinden üzülen.
bazı çocuklar bilirim, iki baba arasında sıkışıp kalan.

baba kimi zaman annenin rolünden daha büyük bir rol kaplıyor hayatımızda.
bir çocuğun babasıyla arası iyi olmazsa, o çocukta hakikaten birşeyler eksik oluyor tüm yaşamı boyunca.
gördüğün insanla bir olmuyor bazı bazı ruhu.
yine adam gibi adam bir arkadaşımdan rica ettim ve bizim için yazdı duygularını.

belki bu yazıdan sonra tanıdığınızı sandığınız erkeğin aslında hiç tanımadığınızı anlayacaksınız.
belki ama..

“uzun yazacağımı bildiğim için baştan uyarayım, sonra sıkılabilirsiniz.


dünya üzerine gelmiş bir bireyin afilli bir çocukluk geçirmesi için afilli bir aurası olması şartı aranır. hayatında hiç bişeyi takmayarak yaşayan bir çocuktan bahsetmek gerekirse kendimi örnek vererek başlarım cümleye.

 
çocuk olduğumu büyüdüğümde anladım ben. öyle büyüdüm ki çocukken, "büyüyünce hep bu olacağım" kalıbından zorla çıkardılar beni. bu bir acındırma cümlesi değil, gerçek. çoğu gece uyuyamamın nedeni kesinlikle bu resmimi duvardan almış olmalarıdır. çünkü mutlu olduğumu hatırlıyorum çok uzak bir resimde. ve o resim çok derinde sanki. böyle tepede güneş var, ellerim ceplerimde. sokaktayım. sanıyorum gebze taraflarında bi yerdeyim. önümde kocaman bir arazi var. mutluyum. tavşanım vardı evde. güzel hayvandı. "dı" çünkü annem onu da alıp hayatın gerçeği ile tanıştırdı. komşunun kesmesi gerekiyormuş, onların eti yenince dengeler yerine geliyormuş. bense üst kattaki komşuyla onları güneşe tutardık bize uğur getirsin diye. getirmedi sanırım.



her hikâyemde bir acındırma bir "bakın, ben neydim ne olamadım" var. arkadaşlarım güzel işler çıkardığımı işimde çok başarılı olduğumu düşünüyorlar, bense sadece bir noktadan ibaret olduğumu vurguluyorum hep.



ne kadar irdelersem irdeleyeyim hep bir anneye ve ayrılıp giden, dönmeyen, dönemeyen babaya sataşma var. bütün iyilikleri de sıralasam hep bi kötü yanı var yaşadıklarımın. çalışan bir anneden baba olmasını beklemeyi bırakın orta yeterlilikte bir anne olmasını beklemek bile çok zorken, ben, bildiğim tüm güzellikleri sağdaki soldaki çiçeklerden alarak büyüyen bir arı gibi hissettim kendimi. herşeyini ailesinden öğrenen bir çocuk olmadım, vaktim yoktu. eğitilmem öğretilmem gerekiyordu çünkü. akşam olunca ödevler ve azar işitilecek dayağına maruz bırakılacak bir üvey babam vardı. eli de ağardı. kulak çekip laf söylemez şoryuken çekerek stres atardı ve hep daha sineye çekilmiş yerlerde dayak yedim. en unutamadığım ise asansörde babamın bana resmen tekme tokat daldığı ve dayağın acısından değil asansörden korktuğum için yediğim dayağa ağladığımı bildiğim bir anımdır. asansörle yukarı çıkacakken yakalamıştı beni yukarı kadar dövüp sonra aşağı bastıktan sonra cebime 5milyon koyarak kendi zemin kata inmiş ben ise göz yaşımı silip tekrar yukarı çıkmıştım. onun kum torbası olmam için ses çıkarmamamın bedeli 5 milyon idi. hala asansörde birileriyle tedirgin oluşum hep bu yüzdendir.aslında üvey babam iyi biriydi. çünkü onun da babası çok kötüymüş, çok eziyet etmiş ona. sonra böyle olmuş. anlatılınca anladım bazı şeyleri ve beddua edemedim hiç. bundan 4 sene önce ayrıldılar annemle. sonra bi ramazan günü ben Antalya iken gizli kalp krizinden vefat ettiğini duydum. anlatamadığım çok şey var ama hiç cinsel taciz görmedim misal. çünkü hep babam gibiydi, atam gibiydi. zalimdi bazı zamanlar, çok fena zalimdi sadece.



annem? annem makine olmuştu bizim sayemizde. ondan annelik beklenmeyeceğini bir daha hiç evlenmeyip kendini bize ve anneanneme adadığında anladım. herşeyde o vardı. kanatlarından ayırmadı. aslında iyi gibi duruyordu bu. ama değildi. gaddar olamadım çünkü. bencil olabiliyordum ama gaddar olamıyordum. babam yoktu, olmayacaktı da.

 
büyümek zor oldu. "suyunu yemini ver büyüsün" gibi büyümüyordu insanoğlu. o sadece bedenin gelişmesiydi. blu çağda hayatımı zindana çeviren hormonların çağı idi. bi taraftan bilmediğim bi cinsel açlık, bi taraftan yaşadığım platonik aşklar, bi taraftan üvey baba zorbalığı, bi taraftan üvey abilerin kendini patron yerine koyması, bi taraftan o bu şu... geçti Allahtan. neyse "büyümek" diyordum, zor oldu. benim kalbim sürekli kırıktı bi kere ve bunu her boku eğlenceye alarak geçiştirirdim. geçmezdi de geçsin isterdim. aşık olurdum bol bol. unutmadıklarım da vardı misal ama şu anda çoğu unutuldu unutulacak işte :)sürekli, sağda solda kadınların ezildiği ve yıpratıldığı ile ilgili haberleri görerek büyüdüm. ben misal, aşık olduğum tüm kadınlara istedikleri tüm şevkati verebilirdim, fazlasıda olurdu isteselerdi. nerede bi "testosteronu dibine kadar doygun, hayatı umursamaz ve kadınları bir hiç bir gören" pis ve adi adamlar var, kadınlar mıknatıs gibi gidip onlara yapışıyorlardı. sonra da "yıpratıldım, dayak yedim, erkekler zalimsiniz, krosunuz, o, bu"... bir ara çoğunun en iyi arkadaşıydım. bir klişe gibi şişman ve çirkin adam tüm güzel kızların en yakın dostudur görüşü de değildi ha bu, çünkü bazıları harbiden salaktı. hatta su katılsa da salaktılar. göründükleri gibi olamıyorlar, oldukları gibi görünemiyorlardı. böyle olanlar da beni bulmayıp zaten en kısa zamanda evleniyorlardı. aşk değildi orada anlattıkları. bildiğin "salaklığın kitabı"ndan alıntılar yapıyorlardı ve her seferinde kocaman bir hüzün yaşıyorlardı. yine de başka bişeydi aradıkları. ilgilerini çeken şey hiç bir zaman sevgi olmadı. kimseye analık yapamam diyen bu insanlar, evlatları olduğunda en kral anne gibi davranmaktaydılar. gönlümü güzel gözleri ve şiir gibi sesleri, evreni kendinedn kıskandıran güzel vücutları çaldı o zamanlarda. şimdilerdeyse adlarını dahi hatırlamıyorum, yazık.


hiç bir kadında kendimi bulamayacağımı düşündüm ben. aşık olduklarım da dahil hiç birinde aradığımı bulamıyordum. benim de aradığım başka bişey olmuştu çünkü. şimdiyse hatrımda kalan sadece 2 kişi var. biri duygulu, hisli, anlayışlı, eğlenmeyi ve gülmeyi seven elif, öteki de sert, dediğim dedik, gaddar, tuttuğunu koparan, kendinden emin ne istediğini bilen ama bilmiyor gibi gözüken serap... ikisine de bildiğin deliler gibi aşk duyuyordum. elifi hep daha çok sevdim ama. onunla ruhumdan çok şey paylaştığım için sanırım başka geliyordu bana ama ayran gönüllüydü, daha çok körpeydi başkaydı gözlerindeki.. serap, bana annemi hatırlatıyordu hep. ben bişeyleri unutsam da onun unutmayacağını bildiğim bir kadındı serap. sarılsam beni hem annem gibi sever hem de kadınım olabilirdi. onunla hem acımdan konuşabilirdim hem de geçmişe dair büyük anılarım olabilirdi. serapla konuşacak hep bişeylerim vardı. güldürürdüm onu, gülmek hoşuna giderdi ve o da severdi içten içe mısra mısra. ikisiyle de olmadı evet. iki kadın da hayatımda büyük çukurlar, hendekler açarak gittiler. gitmek zorundaydılar. önce ben gitmek istedim zaten. aşıktım, ya benim parçama sahip olmalıydılar ya da onları hiç hatırlamamalıydım. onlar ise "gitmeyi ve dönmemeyi" tercih ettiler. dönmemeliler de. ikisine de dünyanın en büyük nefretiyle karışık aşkını besledim. beynim? unutmak çabalarında debelendi durdu ve ırzına geçilmiş bakire bir kadın gibi ne yapacağını bilemez halde öylece ortada kaldı. bir kaç kadim dostum özellikle de bayanlardan bir tanesi bana herşeyin iyi olacağını anlattı gittiğim uzak bir yerde. inandım o anda ona. ama sonra olmadı.



hayatıma girip benim gibi paramparça olmuş bir adama aşık iki kadın daha vardı. isimlerini vermek istemiyorum sadece. özellikle bir tanesinin aşkı o kadar büyüktü ki, korktum sanırım ondan. hala çok aşığım der her iki kelimeden birinde... yapamadım biçareydim onunlayken, anlatamadım. öteki? öteki zaten akıllılık etti ve gitti. ben ötekinden biraz hoşlanmıştım da çünkü. bu sistemde de "bu" var hep; birinden hoşlandığın anda ve kişi "ben" isem o kişinin gitmesi için bileti alınmış demektir. ben kendimi hep buna adapte ederek ve böyle yaşamaya zorlayarak hayatımı idame ettiriyorum. ve ben sevdiğim ve seviştiğim tüm kadınları "gerçekten" onları sevdiğim için seviyordum. onlardan tek beklentim ruhuma bir ışık tutabilmeleriydi. lanetlenmiş bir ruh olduğumu sonradan çok sonradan anladım ve kendimi çektim. şimdi ailesiyle yaşayan çevresindeki herkesin onu sevdiği ama asla aşk duyamayacağı, koynuna alanların da sarılmadan sevgi ve şevkat duymadan uyuyabileceği bir adamım ben. tek arzum bir daha bir kadının çıkıp bana acıdan ve aşktan bahsetmemesi. başka bir beyanatım şimdilik yoktur.sevgiler. “

11 Kasım 2011 Cuma

erkek hikayeleri

bugüne kadar hep erkekleri yeren yazılar yazdım.
hep onlar kötüydü, biz iyiydik.
hep terkedildik, hep uçkur davasının peşinde koştu onlar da.
yatakta iyiysen kalıcı olurdun, değilsen ve hatta vermeyeceksen "üzgünüm :(" lerle gönderilirdin hayatından.

hep erkekler piç adam, hatta ıssız adam..
kadınlar ise mağdure, adları yok idi..

ama bunlardan hala var. hala daha var.
piçlerin ömürleri uzun. en sonunda artık pes ettikleri noktada buldukları kadınlarla evlenip, inzivaya çekiliyorlar arada aşk olmaksızın.

ama ben bu piçlerden ziyade adam gibi adamlar tanıdım.
hem sevgilim, hem en yakın arkadaşım oldu bu adamlar.
ve hiç birinde bir hinlik, bir pislik sezmedim.

bugün sizinle bu arkadaşlarımdan birinin yazısını paylaşmak istiyorum.

"Sonlar, mutlu da olsa, hüzünlüdür. Son için harcanan zaman, emek bir bağlılık yaratır sürece dair ve sonra aradaki bağın tükendiği zaman gelince terk edilmişliğe düşer kişi, her ne kadar sonu kendi getirsede.


Adamın elinde tuttuğu kitap sona yaklaşırken, her bitirdiği kitapta olduğu gibi bir hüzün kaplamaya başlamıştı içini. Kitapla kurduğu bağa saygıdan olsa gerek, sonralara doğru daha bir dikkatle, ilgiyle okuyordu kitabı.



Cep telefonunun çalışı, adamı, o farklı dünyadan çektip çıkardı. Telefon uzun uzun çalsaydı, hiç istifini bozmadan kitap okumaya devam ederdi adam ama telefon iki kere çalmıştı. Şartlanmışçasına, kitabı elinden derhal bıraktı ve iki senedir sürekli yaptığı gibi onu her zamanki gibi iki kez çaldıran kişiyi aradı.



Nasılsın bile demeden başlayan, şikayetlerin, kaygıların, ve beklentilerin dile getirildiği tek kişilik bir monolog...Sevgilim dediği kadın konuştukça, adam bir hiçlik dünyasına gömülmeye başladı. Genelde hiç birşey düşünmediği, tamamen zamanın içerisinde akıp gittiği bu sürede bilinç altının yüzeye ittiği tek şey, bundan ne kadar sıkıldığıydı. Başlarda konuşmaya dahil olmayı denemişti adam, fakat farkına varmıştı ki kadın onun söyledikleriyle ilgilenmiyordu. Kaygılara yapmacık üzülme, beklentileri geçiştirme, şikayetleri ise umursamamadan başka hiç birşey yoktu adam konuştuğunda. Oysa adamın kadını gerçekten dinlediği dönemler olmuştu.
 Bir an için telefonun karşısındaki kişiye “Bitti” dediğini hayal etti ve sonrasında karanlık geldi. Olasılıklar o kadar kısıtlıydı ki, adam için, o kadın olmadan hayatında. Hali hazırda, herşeyin merkezindeydi kadın. Hali hazırda adamın eskiden sahip olduğu tüm kaleler yıkılmış, tüm sevenleri uzaklaşmıştı. Telefon konuşmasının sonunda, dışarı çıkmaya karar verdi kadın. Adam, sonuna yaklaşmış kitabı yatağının üstünde bırakıp kadının dileğine uydu...."
 
böyle terk edilen erkekler de var.
"oh iyi olmuş" diyenleriniz var sanki. halbuki siz bilmiyorsunuz, bu erkeklerin canı nasıl yanıyor?
bilemezsiniz ki.
onların taraftan bakmadınız hiç. bakmanıza izin verilmedi belki de.
belki de bir görseniz, piçleri bırakıp efendilere izin vereceksiniz hayatınıza girmesi için.
ama vermezsiniz ki.
hepinizin tek amacı acı çekip, mazoşist olmak çünkü.
acıyı seviyorsunuz kızlar. bir zamanlar hepimizin sevdiği gibi.
 
bu adamın hayalleri vardı. temizdiler.
bu adamın berrak kafasında, tertemiz hayalleri vardı.
neden onları çamurlu suya atmış olabilir karşısındaki?
neydi eksik gelen?
kavga mı? para mı? seks mi?
 
belki daha çok ilgi. belki daha fazla sevgi.
 
sorun neydi? açıklaması nasıldı?
neye dayanarak "bitti" diyebildi?
 
sevgisi mi bitti? nasıl bitti?
hani, biz terk edildiğimizde hep sorarız ya nedenleri, bu adam sordu mu acaba?
sormadı. çünkü gidene yol vermeyi biliyordu.
belki bu onun için bir başlangıçtı. gerçek aşka giden yolun işte tam başındaydı.
 
bundan sonra, hayatına giren kadınları artık neye göre seçmesini bilecekti.
hayat ona hala çürük meyve veriyor. ama o yine de çürüğünü çarığını görmemeye çalışıyor.
karşısındakine insan gibi, kadın gibi davranıyor.
ama onlar anlamıyor...
 
belki de hiç anlamayacaklar..