20 Temmuz 2011 Çarşamba

trans et benimle beybi

jim morrison takıntım başladı. 

pyschedelic rock'ı bilmeyerek keşfettim. sürekli dinliyorum, araştırıyorum, the doors'u izleyeceğim bir münasip zamanda. 

öyle şarkılar ki, dinlediğiniz zaman bir anda kendinizden geçiyorsunuz. bir riders on the storm olsun, bir light my fire olsun, bir love street olsun uçuruyor adeta sizi. kendinizi 60'lardaki çiçek çocuklar gibi hissediyorsunuz.  ehehe biraz daha detay verebilirdim neler hissedebilir olmanıza dair ama olmaz. çoluk var çocuk var. ayıp! özellikle light my fire'ın solo bölümlerinde uçtuğunuzu falan hissedebilirsiniz. tabi bir takım şahsiyetler "o ne öyle gıygıygıy!" diyerek muhteşem soloyu çöpe atıyorlar kafalarında. oysa ki kafalarının içi bir recycle bin değil!!! 

tüm bunların yanında the severed garden öyle değil. 
tomaso albinoni'nin adagio'su arka müzik olarak seçilmiş bir şiir the severed garden. ruh haliniz ne kadar pozitif olursa olsun sizi mahvediyor. özellikle jim morrison'ın "i will not go" demesi çok ironik. orada kalıyorsunuz resmen. 

bir de aklıma pamela courson geliyor şarkıyı pardon şiiri dinleyince. 
pamela courson, jim'in sevgilisiymiş zamanında. jim'in ölümünden 3 sene sonra aşırı dozda uyuşturucu alarak intihar etmiştir. ne gariptir ki jim gibi o da 27 yaşında ölenler kervanına katılmıştır. 

bu 27 yaş olayı nedir hala çözemiyorum. şunun şurası 28 olmama 6 ay var, ölmezsem lanetli olmadığımı anlayacağım ^^ 

öhüm, pamela ve jim hiç bir zaman evlenmemişler, yalnız kendisi kayıtlara pamela morrison olarak geçmiş. 

love street gibi bir şiirin ona yazılması kıskanılacak bir detay cano canlar. kimsenin benim için hala daha şiir yazmamış olması da önemsenecek bir detay değil bittabi :P 

sevdiceğin uzaklarda olması 
"şindiğğğğğğ uzaklardağğğsınnnn hayellerdesinnnn ruyalardağsınnn" diyerek şarkılar söylüyorum. 

evet, sevgili yazar arkadaşımız crowley şu anda yurtdışında. geldiğinde bloguna eminim gittiği ülke ile alakalı olarak çok şey yazacaktır. konuştuklarımıza ve mailleştiklerimize göre harika bir yerde bulunmakta. ama o yer neresi söylemeyeceğim! sürpriz olsun size ^^ 

18 Temmuz 2011 Pazartesi

konular ve konular

1-Nereye varacak?

Cumartesi gecesi eve dönerken minibüse bindim. Saat 22:00 civarıydı. Birkaç kişi de ayakta kalmıştı. Bunların arasında türbanlı bir genç kadın vardı ellerinde poşetleriyle.
Şoförün ani freni sonucunda tüm yolcular, türbanlı kadının üstüne doğru kaydılar.
Ve kadının bileği acıdı. Acımış yani öyle dedi.
İlkten “biraz yavaş kullanır mısın? İnsan taşıyorsun!” dedi. Ama çok bağırmadı. Şoför, erkek ya, kadın ona bağırdı ya, o kadar milletin arasında gururu kırıldı ya hemen bağırmaya başladı!
Böyle bağırışarak birkaç dakika yolun ortasında bekledik. Kadın haklıydı.
Hem de sonuna kadar. Sanıyorum şoför bey, bir şey falan içmişti, en azından öyle bir hali vardı. Hani bu bir değil iki kere falan oldu. affedersin öküz gibi frene basıyor, bodoslama dalıyordu trafiğe.
Kadın indikten sonra arkamdaki dört kişilik genç erkeklerden oluşan grup dedikodusunu yapmaya başladı hemen :
-kadın değil mi işte? Bağırdı hemen öyle haksız yere.
-adamın hiç suçu yok.

İşte o an dönüp hadlerini bildirmek istedim o dingillere.
Kadın ne ki? kadın onların sadece sevişebileceği bir canlı.
Kadınlar ikinci sınıf insanlar bu dingillerin gözünde.
Gerçi onlar ikinci sınıf varlık bizim gözümüzde de.

Ama işte her yerde bu dingiller söz sahibi. O yüzden canım çok yanıyor.
Düşünsenize, eğer ki ben o gece onlara ağızlarının payını verseydim muhtemelen ya küfür yerdim ya da tartaklanırdım. Bu olmayacak bir şey değil. Hem de gecenin bir vakti.

Ne yazık ki henüz cesurluk mertebesine ulaşamadım. Gerçi Türkiye gibi bir ülkede bir kadının cesur olması demek ya yollu olması demek ya da bir şekilde hazin sona yaklaşması demek. Ne demek istediğimi umarım anlamışsınızdır.

2-Makyaj blogları ^^
Dayanamıyorum, her gün kontrol ediyorum kim yeni bir post hazırlayıp sunmuş diye.
Evet, hala daha inceliyorum makyaj bloglarını. İnanılmaz keyifli.
Ve evet keyifli fakat bunlarla uğraşan kadınların tek derdinin bu olması pek üzücü.
“yeni Maclerim J” diye post yazan bir kadının tek tatmini gerçekten de yeni aldığı makyaj ürünleridir.
Yapmayın demiyorum kızlar, yine yapın ama hobi olarak. ^^

Benim de yeni clinique marka ürünlerim var post hazırladım mı?
Nayn!

3-Beşiktaş’ta süper bir mekan
Pazar günü kahvaltı için Beşiktaş’ta Barbaros adlı kafeye gittik. Hemen Üsküdar motor iskelesinin yanında. 20 TL ye harika bir şekilde açık büfe kahvaltı yapabiliyorsunuz. Her çeşit peynir, zeytin, reçel, sosis ve bilimum kahvaltılık ürün var. ben ve sevdiceğim işi baya abarttık. ^^ bir fiona ve bir shrek gibiyiz zaten.


14 Temmuz 2011 Perşembe

paylaştıkça artan tat!

ıyy çok sinir olurum böyle "aşkımla çok mutluyuz, o benim herşeyim, öpmeye doyamıyorum" gibisinden yazı yazanlara.

zaten öyle bir şey de yazmayacağım. yazamam, doğama aykırı.

sadece sevgili tanımı yapmak istiyorum. ne kadar becerebilirim, ne kadar doğru tanımlarım bilmiyorum.

bakalım beynimden neler geçiyormuş? :

-eğri oturup doğru konuşmaya,
saçınızı çekmeye,
göbek büyütmeye,
yemek yapmaya,
ısıtmaya,
temizlik yapmaya,
pms döneminizi sevip saymaya ve bu dönemde size çikolata tedarik etmeye,
alışverişe çıkmaya ve sessiz kalmaya,
canı yandığında "aaaaaaaaa" diye bağırmaya,
kaşlarını çatmaya,
arkadaşlarınızla ilgili dedikoduları dinlemeye,
karşı cinsten sadece sizi beğenmeye,
gerekirse gözü oyulmaya,
siz varken evcil hayvanıyla uğraşmamaya,
yaptığınız yemeği zorla yemeye,
sizin yiyemediğinizi bitirmeye,
sevdiği müzik türünü size sevdirmeye,
alışkanlıklarını değiştirmeye -az da olsa, hadi orta şekerli olsun-
gece telefonlarına katlanmaya,
size çiçek almaya,
star wars'u obi wan için izlemeye,
film hastalığını size bulaştırmaya,
kitap manyaklığı hastalığınızı kapmaya,
sarhoşluğunuzu paylaşmaya zorunlu kişidir.

sıkıysa yapmasın! o zaman sevgili sıfatı sadece havada kalır!
hadi bakalım...

makyaj blogları
iş yerinde çoğunlukla işim olmadığı zaman bu tür bloglara takılıyorum.
ve çok merak ediyorum. nars, mac ve bilimum pahalı markayı almaya nasıl para yetiştiriyor bu insanlar?
yurtdışından alışveriş etseler dahi yine büyük külfet.
ve bazen bakıyorum, hiç kullanılmayacak renkler var aralarında aldıklarının.
şaşırmamak içten değil.
gerçi günlük makyajları 45 dakika süren kadınlar bunlar. uyumuycam kıza selam olsun)
neyse, almaya devam edin, ben sizi takip ediyorum ^^

bir de dikkatimi çeken en belirgin şey, bu blog sahibeleri önce yerli mallarını tanıtıyorlar yani bloglarını ilk açtıkları zaman. flormar, golden rose ile falan başlıyorlar. sonra diğer markalara geçiş yapıyorlar. gözlemlerime göre mac bir numara hanımlara arasında. nars orgasm allık ve mac makyaj bazı en çok kapışılan ürünler.

tek tırt tarafları parfümler ile ilgili yorumları oluyor. çünkü parfüm çok değişik bir ürün. yani her tende aynı kokmayabilir ya da tanımladığı gibi de kokmayabilir. binbir hevesle marc jacobs almaya gittiğim günü hiç unutamıyorum mesela. ömrü hayatımda kokladığım en kötü kokuydu.

işte bunun gibi şeyler. allah'tan internetten alışveriş yapmıyorum. yoksa boşuna para verebileceğim çok şey alırdım.

ha bu arada, o nars orgasm allık ile ilgili bir hikayem var ^^

sephora'ya gitmiştim bundan bi ay önce. kendimi kaybettiğim bir anda "yardımcı olabilir miyim?" diyen bir ses durdurdu beni.
-allık istiyorum ama çok doğal olsun.

tüm nars allıklarını gözden geçirdik.
-nars orgasm, harikadır.
-orgazm mı? hangi akıllı bu adı vermiş ki buna :)
-deneyelim mi?
-piki.

artık nasıl sürdüyse suratıma aynaya bakınca kendimi gürbüz heidi gibi hissettim.
-hiç güzel olmadı, istemiyorum.
-aaaaa ne güzel oldu. bu allık kapış kapış gidiyor.
-olabilir ama bana hiç yakışmadı.

sonuç itibariyle o gün sephora'dan allık falan almadım. ama nars orgasm allığı bir kere daha deneyeceğim. hatta alabilirim de. gerçi fiyatı baya bir fahiş. hiç nars markalı makyaj ürünüm yok :(

bir de alınca öyle swatch falan beklemeyin benden. işim olmaz.

ya bir şey daha var. ruj swathu falan koyuyorlar. tamam, görmek istiyoruz elbette. ama o dudak fotoğrafları ne ya? "333" der gibi. dudakların ortası açık. ha bunu sadece nars orgasmın rujuyla yapsalar anlayacağım ama..

neyse.. kimsenin işine karışmayalım :)

12 Temmuz 2011 Salı

ihtiyar delikanlılar

geç kaldım bu yazıyı yazmaya :/

öncelikle, vay anasını arkadaş! o yaşa gelmiş bir adam hala taş gibi mi durur! demeden geçmem yazıma! biz onun yaşına geldiğimiz zaman kesinlikle pörsüyeceğiz. "adamın aldığı vitaminler, yaptığı sporlar" falan demeyin. kendine bakmasını bilen bakıyor işte.. bize de böyle zeus heykeline bakar gibi bakmak kalıyor...

öhümmm..

bon jovi konseri için geçtiğimiz cuma günü türk telekom arena'daydık. ilklerin gecesi oldu bizim için. ilk defa mabedimize gittik, ömr-ü hayatımda ilk defa bon jovi'yi dinledim, richie sambora gibi bir gitaristi tanıdım. bon jovi, always'i söylerken bir daha aşık oldum. bu duygu şey gibi, asla yaşayamayacağınızı sandığınız bir duygu. hani hep filmlerde olur ya, özenerek bakarız. ben o gece sanıyorum bir filmde oynadım ^^

cahil cühela, bon jovi şarkılardan bir haber gittim konsere. evet, allah allah ne olmuş yani?
önemli olan, geç de olsa güzel bir şeyleri keşfedip beğenmek değil midir? bu yüzden crowley'e fazlasıyla bir teşekkür borcum var.^^

biletix'in de bedavadan reklamını yaptık ^^
bon jovi, sahneye ilk çıktığı zaman "eallahhh! o gelen yoksa sarışın olmuş freddie mercury mi?" diye düşünmedim değil. çünkü boncum, kırmızı üniforma gibi bir ceket giyip çıktı. bu arada, freddie babayı çok özlediğimi hatırladım tekrardan :( hiç bir zaman göremeyeceğim ama çok özleyeceğim insanlar arasında kendisi. tıpkı audrey hepburn gibi.

gelelim diğer gözlemlerime.
bon jovi, pretty woman'ı söyledi. bon jovi, türkiye forması giydi. bon jovi, galatasaray atkısı aldı birilerinin fırlatması sonucu ve neyin ne olduğunu bilmediği için açıp gülümser bir şekilde kalabalığa gösterince kimileri yuhaladı, kimileri vuhuuuuuuuu çekti. yuhalamaları duyan bon, bön bön geri attı atkıyı. adam haklı beyler! iki densizin densizliği yüzünden bok yoluna gidecekti.

velhasılı kelam, konser güzeldi. crowley'nin iş arkadaşının 12 -13 yaşındaki yeğeninin tüm şarkıları bilmesi ve eşlik etmesi dışında. kendimi çok iyi hissettim doğrusunu söylemek gerekirse. ama renkler ve zevkler şekerim işte ne yaparsın?

neyse ki, bu cumartesi gidecek olduğum motörhead konseri öncesinde bir iki şarkı ezberleyip gideceğim. bunlardan biri bye bye bitch bye bye bir diğeri ise ace of spades olacak :)

ben melek değilim!
her zaman söylüyorum. cidden değilim. çevremdeki hiç kimse de değil.
ama üzdüğüm bir arkadaşım için diyorum bunu. istemeyerek de olsa zor gününde yanında olamadım.
anlaşılmayı ummuyorum ve tekrar özür diliyorum ondan.
seni çok seviyorum arkadaşım..

aslında melektim ama bir takım şahıslar tarafından zoraki olarak şeytanlığa itilmedim desem yalan olur. o bir takım şahısların bir zaman sonra kafalarını duvarlara vurmalarını görmek de bir tarafımı havaya kaldıracaktır pek tabi. ha buradan da ne kadar kinci, ne kadar kötü olduğumu görebilirsiniz isterseniz. isterseniz herşeyi görebilirsiniz zaten, tek yapmanız gereken gerçekleri görmeye hazır mısınız onu önce bilin. bildiğiniz zaman gerisi çorap söküğü gibi geliyor.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

üçgenimsi çember

hak etmiştim bunu.

bir anda çemberin etrafındakiler çoğaldı. gereksiz laf kalabalıklarıyla. bu başımı döndürdü. güldüm.

bir anda çemberin etrafı ateşle kaplandı. "atlarım ki" dedim. atlarken eteğim tutuştu. ama çok umursamadım.

çember genişledi ve genişledi. rahatlayacağımı sanıyordum ki yine yanılmışım.

çemberin daralması ve etrafındakilerin gitmesi için mecusilikten tekrar tanrıya tapar olmuştum.

"eğer beni dinlemezsen ateist olurum!" diye bağırdım.

bağırdım ve bağırdım.

duyan oldu mu? bak burası muamma.

çemberin etrafı komikti, kim gelirse gelsin mevlana'nın kabul ettiği gibi kabul ediliyordu herkes.

hoşgörü dediğimiz şey bu muydu? yani "ateşle yaklaşabilirsin, ne kadar yanıcı da olsam yakmam seni ^^"

galiba buydu.

galiba, çemberi daraltmanın vakti geldi de geçiyor bile.
orada olmayı hak eden var, hak etmeyen var.

sıkıldım doğrularımdan,
kadınlığımdan,
dışımdan...

gidip dinlenmeliyim,
artık içki içmeliyim.

iki kaya arasında
sıkışmışım balık gibi.
öylece beklerim geçsin anlar...
su hava ve kabarcıklar

ters dönmüş böceğim sanki
bir zehrin sıkılmasıyla
öldürsün beni formül köpük
ve
bir
terlik
altıyla

pisi : galiba aynayım ben. ya da bukalemun. karşımdaki nasılsa ben de öyle olabiliyorum.

eğer aynaysam çat diye çatlarım.
eğer bukalemunsam dilimle eziyet ederim. çirkinim.
sevilmem çok.

5 Temmuz 2011 Salı

ayşe sus!

ayşe taran'ın üstüne çok gidildiğini düşünmekteyim.

özyılmazel yazmadım, hem yazarken yoruyor beni çünkü uzun hem de artık ali taran'ın müstakbel eşi. sanıyorum böyle hitap edilmesinden hoşlanabilir.

gereksiz yere konuşuyorlar arkasından. hem de çok gereksiz.
şımarık olabilir, saçma sapan yazabilir ama sonuçta bir insan ve en nihayetinde bir kadın.

bir kadının en büyük ihtiyacı, bir erkek tarafından tarafından gerçekten sevilmek.
özellikle, baba sevgisi görmemiş kadınlar daha da çok ister.
bunu, herkesin anlamasını beklemek çok zor.

ayşe taran'ın yapmaması gereken tek şey, bugünkü yazısını yazmamaktı.
kimseye cevap vermemesi, herkese bir nevi "alın işte size çemkirme, alın işte size cevap!" gibi duracaktı.

hayat onun hayatı. reklama ihtiyacı yok.
her daim, her yaptığıyla zaten olay oluyor.
sevmiş, evlenmiş. yuva yıkan kadın olduğunu sanmıyorum.
siz herşeyin içini dışını çok iyi bildiğinizi falan sanıyorsunuz ya, bilakis yanılıyorsunuz.
netekim, benim de birşey bildiğim yok. sadece hissediyorum.

ve empati yoksunu insanlarla aynı yerde yaşamaktan nefret ediyorum.

ya o değil de, bu sizin başınıza da gelebilir, ne bileyim gelmiştir. hepinizin ailesi çok mu mükemmel?
öyleyse eğer saygıyla eğilir ve daha da bir şey demem.

silent flight
ay dur bunun üstünden bayağı zaman geçti. ama ben yazamadım :(
ece temelkuran silent flight uygulaması istedi thy'den. yani twittera yazdı.
parası neyse verip, sessiz sakin, çocuk zırıltısı olmadan uçmak istedi kadıncaz.
ne var bunda?
offffff, ama bizimkiler abarttıkça abarttı, içine kabartma tozu fazla atılmış kek gibi kabarttıkça kabarttılar ortalığı.
yok sosyalist insanmış da nasıl böyle bir şey diyebilirmiş de,
yok anne olsun da anlarmış da,

bunun yanında bir de beddua edenler var ki, hayret ettim, dehşete düştüm.
o bedduaları edenler sanmıyorum ki çocuk ağlaması hoşlarına çok çok çok gitsin. ve ağlayan bir çocukla saatler boyu yolculuk edebilsinler.

aman, kimsenin ağzı torba değil işte.
benimki de saçmalamak galiba bir nevi.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

haftasonu notları

"nolcak bu fenevin hali?" puhahahahahaha

öhüm, annemin rize'ye gitmesini fırsat bilerek yazdım ^^

allah'ın sopası dedikleri şey bu olsa gerek.

futbolla uzaktan yakından alakam yok ama bazı şeyleri şükürler olsun ki anlayabiliyorum. heh, işte bu da anladıklarımın arasına giriyor. biliyordum ki böyle bir şey olacağını.

tüm galatasaraylı arkadaşlarım "bu sene onlar şampiyon, boşuna bekleme bir başkasını" derken bile bir şey olacağını biliyordum.

biliyorum, biliyordum!!!

neyse, haklarında hayırlısı olsun :P ^^

gelelim haftasonu notlarımıza :

yediğim içtiğim sevdiğim benim olsun öncelikle. tünel şenliği, love fest gibi etkinliklere katılmadık belki ama harika bir haftasonuydu.

beşiktaş deniz müzesi'ni gezdik.
ondan önce ki hafta, yıldız sarayı'ndaydık.
çok kültürel geziyoruz.

deniz müzesi, osmanlı'dan günümüze kadar gelmiş geçmiş kıyafetlerin, haritaların ve bilimum gereçlerin sergilendiği bir müze.

ilgimi en çok atatürk'ün eşyaları -ki yatağı özellikle-, denizci kıyafetleri çekti.

atamın yatağı çok küçüktü. ama eşyalar harikaydı.
denizci kıyafetlerini incelerken bir an tırsmadım değil. o pala bıyıklı kaptan-ı deryalar ve leventler bir an canlanacakmışlar gibi geldi. çok pis bakıyorlardı.

bunları incelerken aklıma puslu kıtalar atlası geldi. okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır eminim.

barbaros hayrettin paşa'nın sancağını inceledik. hz. davud yıldızı ve hz. ali zülfikarı vardı sancakta. aklıma neler neler geldi bir bilseniz. ama malumunuz, devir kötü o yüzden aklımdakiler bana kalsın.

böyle işte. haftaya sanıyorum başka bir müze gezilmeyecek.
yurt dışı planları olanlar var çünkü.

başka bir konuyla kafa şişirmeye devam ederim ben de :P

2 Temmuz 2011 Cumartesi

pek keyifli, pek spoilerlı

http://bill-carson.blogspot.com yepisyeni bir blog!

keyifli film yorumları yazıyor sahibi. gerçi ilk yazdığı film hakkında çok bi bilgim yok. izlemedim hatta ^^

amma ve lakin ben olsam takibe alırdım :))

haftasonu detayları için yarını bekleyin sevgili cano canlar :)