31 Ekim 2010 Pazar

3,5 günlük tatil sonuçları

üstün becerimle yaptığım poğaçalarım
uyduruk şekilli leziz tiramisu

çok yoğun bir tatildi benim için. arkadaşlarıma zaman ayırmam, 26 senelik ömrümde ilk defa, hiç tanımadığım ve tanımaktan gurur duyduğum halamı görmem, onların misafirliğe gelmeleri üzerine mutfağa girip kendi çapımda harikalar yaratmam, çay getirip götürmekten kısacası servis yapmaktan nefret eden holy'nin bir anda, her dakika "halacım çay?" diye halaların üstünde baskı kurması, hamur yoğurmaktan avuçlarımın ağrıması, iki dişime birden dolgu yapılması, düsseldorf'taki hotelle mailleşmelerim, amerika'da yaşayan ve aslında kökeni güneydoğuda olup ermeni olan sevgili avedis'le mesajlaşmalarım derken................


tatilim bitti..

acı ama gerçek. yarın yine işbaşı. of, erken emekliliğim talep edeceğim. gidip rize'ye yerleşip dedemin yanına, onlarla beraber kuzinede ekmek pişireceğim, ağaçlardan meyve toplayacağım. şehir hayatından bunaldım, bunalttılar. çıkar için iş yapanlar, yalandan gülümseyenler, birbirlerinin arkasından kuyu kazanlar, yükselmek için her haltı yiyenler, para sevdasından gözü kör olanlar... bana göre değil hiç biri. ciddiyim, bir gün esecek aklıma, pılımı pırtımı alıp gideceğim papager'e. hem dedemi de çok özledim. yemyeşil ya da puslu sabahlarda uyanacağım, tertemiz havayı içime çekip çayımı içeceğim. bak ben çay sevmem ama konu dışarıda, yeşilliğin, doğanın içinde çay içmekse içerim arkadaş! nescafemi bırakırım bu yaşam uğruna, feysbuku da bırakırım..

ama olmuyor işte. modern yaşamın bizi kölesi haline getirdiğinin farkında değil kimse. "büyük şehir, taşı torpağı altın" deyip geliyorlar halen daha. bok mu var? bence bok var. yollarda üstüne bastığınız şeylerin çoğu bok.

bazı kesimler hariç büyük şehirleri bok götürüyor. siz de farkındasınız. ben erken yoruldum herşeyden. istediğim yaşam bu değil. istediğim gibi yaşayamıyorum. her gün daha fazlasını istemeye başladım. nankör, narsist biri oldum. daha fazla böyle olmak istemiyorum.

sabah sabah, patili sabahlığımla aklıma bunlar geldi. aslında pozitif bir yazı olacaktı. nasıl tiramisu yaptığımı anlatacaktım, kökenimizin orta asya'dan yola çıkıp, önce afganistan, iran ve derken karaman'a yerleşip, karaman'ı beğenmeyip hemşin'e doğru yola çıktığını ve savaştan korunmak amacıyla dağ başında köy kurduklarını anlatacaktım.
canım papagerim

harem suare'yi ve karşı pencere hakkındaki yorumlarımı iletecektim. karşı pencere'yi izleyin, giovanna'ya ben bile hasta oldum. soundtrack albümünü bulun ve dinleyin. gocce di memoria diyorum da başka bir şey diyemiyorum. harem suare'de oynamak isterdim doğrusu. sırf kostümlerinden dolayı. selda özer'in hikaye anlatırken ki hali aklıma gülse birsel'in "yedi kocalı hürmüz'de hikaye anlatırken ki halini getirdi. ben de artık bir şeyler anlatırken ellerimi gülse birsel gibi kullanıyorum.
selda özer -harem suare / gülse birsel - 7 kocalı hürmüz

avedis ile yazışırken yaptığım yazım yanlışlarını, (tamamiyle heyecandan, yoksa fluently english :P) ve nasıl kızardığımı, nadine'i feysbukta bulup, "do you work in bla bla hotel?" deyişimi ve hala daha bana bilgi vermeyişini anlatacaktım. of ben de hikayeler bitmez ki..

ama içimden bunlar geldi, kusura bakmayın.

.....
thunderbolt günaydın, 
dün bir tiramisu yaptım...of of.. görünüşü yamuk yumuktu ama tadı enfesti. ben yaptım diye demiyorum ama öyleydi :) 


sana yazmak içimden gelmiyor bugün. özrümü kabul et..


seni seven 
aşçı holy

28 Ekim 2010 Perşembe

hepimiz lilithiz

"ayna ayna söyle bana, benden güzeli var mı bu dünyada?" 
"var kraliçem" 
"neeeeeeeeeeeeeeeeeee" 
lilith
ya ya, işte böyle. her gün bu tür şeyler tüm kadınların aklından geçiyor. o ne giymiş, kimin sevgilisi yakışıklıymış, nereye gitmiş, nereden alışveriş etmiş falan filan. ben böyle konulara yemin ediyorum gelemiyorum. sevmiyorum. ama moda ve makyaj bloglarını da takip etmeden duramıyorum orası apayrı :)

benim de yaptığım ve yeni fark ettiğim bir şey dikkatimi çekti. kadınlar, nerede olurlarsa olsunlar, ayna ya da benzeri bir şey gördükleri zaman kendilerini izlemekten büyük bir zevk alıyorlar. mesela biriyle konuşuyorsun, karşında ayna var. karşınızdaki kişi yemeyip içmeyip vır vır konuşurken siz aynaya bakıyorsunuz. çünkü kendinizi bildiğiniz halde, o anki durumunuzu merak ettiğiniz için bakıyorsunuz. ve evet, zevkin, orgazmın doruk noktasındasınız! sizi oradan indirebilmek namümkün. karşınızdaki salak değil, kadın ya da erkek anlıyor durumunuzu. 

-sen nereye bakıyosun?!?!?!?!
-hiç!!! (hass....)

şimdi aynı otu ben de yiyorum dedim. sokakta bile, arabaların yanından geçerken araba camından yansıyan görüntüme bakıyorum. bakıyorum tipim kaymış mı, nolmuşum, saçım dağınık mı? çok mu önemli? kattiyen! amaç kendimi birilerine beğendirmek değil. kendi güzelliğimi görüp onunla tatmin olmak. zaten sokaktan geçen adamlara karşı büyük bir kinim var. adam görsem on metre öteden yürürüm. ne biliyim, böyle garip takıntılı, obsesif biriyim işte. 

şimdi buradan çıkaracağımız sonuç, tüm kadınlar lilithtir, lilith kalacaktır. bunun ismi lilith sendromudur. 

lilith için kısa bir bilgi size. şu linke bir göz atmanızı tavsiye ediyorum : http://tr.wikipedia.org/wiki/Lilith 

..........

ben lilithim, lilithim, o lalalalallala

thunderbolt, lilithlik bir yanım var mı allasen? söylesene? 
çok mu güzelim? tüm erkekleri baştan çıkarabileceğimi mi düşünüyorum?
bilinçaltıma sen iniyorsun, bir başkası bilmiyor sırlarımı!
biliyorsun bazı dürtülerim sıfır! ama onlar sıfır olduğu halde ben nasıl kendime bu kadar aşığım?
birileri bana aşık olmadığı için mi?
offffff anlat bana n'olur!

lilithvari holy

27 Ekim 2010 Çarşamba

ve ve ve ilk ödülüm... hem de unicorn tutorials'tan :)

sabah minibüsteyken (serviste uyuyorum çünkü) aklımda bir sürü konu vardı. yazarım birini ya da bir şekilde bağlarım diye düşünüyordum birbirlerine. ama blog sayfamı açtığım zaman gördüğüm mesajdan sonra içimde büyük bir mutluluk peyda oldu :) evet ilk blog ödülümü aldım :) hem de unicimden aldım. :) belki sadece bir resim, ama ödül sonuçta. demek ki birşeyleri başarabiliyor ve okunabilirliği olan yazılar yazabiliyorum. beni mutlu eden nedenler bunlar :)
İLK BLOG ÖDÜLÜM :)

şimdi gelelim detaylara. ödülümüzü 15 bloga yolluyoruz ve bundan onları haberdar ediyoruz.
gelelim ödüle layık gördüğüm sevgili blogger dostlarıma :)


layık görüldüğüm bu ödülüm için daha çok yazı yazacağıma and içerim!!! :P şaka bir yana unicime tekrardan teşekkür ederim. 

25 Ekim 2010 Pazartesi

bir gün olsun sen beni anlamadın

0-0 beraberlik sonrasında bir GALATASARAY'lı olarak feysbuk zımbırtısına "sıfıra sıfır elinizde var sıfır" gibi naçizane bir söz yazdım. bunu yazmamda ki asıl sebep, her maç öncesi kendilerine aşırı güvenen fenerbahçelilerinin popolarının nasıl aşağıya doğru indiğini göstermek içindi. o kadar güvenleri var ki popolarına, son şampiyonluk maçı öncesinde anlamsız şampiyonluk kutlamaları yapmaları, yanlış anonsla birlikte sevinç gösterilerinde bulunmaları benim not defterime yazılan şeylerdi, eksi olarak. evet, sevmiyorum, sevmek zorunda değilim. fenerbahçelileri sırf bu yüzden sevmiyorum. dünkü maçtan önce bir arkadaşımının iletisinde gördüğüm "hmm yarın ne giysem acaba? ah buldum fenerbahçe forması giyip işe gideyim en iyisi :)" demesi bile çok çirkin birşey. siz neyin kavgasını yapıyorsunuz? bir maç, bu kadar önemli mi? ben futboldan zerre kadar anlamam, sevmem. oturup bir kaç kere izlemişliğim vardır bir maçı, o da tüm 90 dakika boyunca falan da değil. bjk maçını izlemiştim ilhan mansız için o kadar. budur. ofsaytımş, penaltıymış, bilmem neymiş bilmiyorum. bildiğimi de asla iddia etmiyorum.

işte ben böyle iletiler yazınca, kendini fena halde yükseklerde gören sevgili fenerbahçeli arkadaşlarım hemen başlıyorlar bombalamaya beni. yahu arkadaşım, sen benden iyi biliyorsun ki maç falan umrum olmaz. sıkıyorsa her birşeyi bilen bir galatasaraylıya bok at. yiyor mu? yemez. çünkü iki cambaz bir ipte oynamaz.

neden bir beşiktaşlıyla böyle bir sıkıntı yaşanmıyor bir galatasaraylının arasında? yenilsek bile bjk lı arkadaşıma "tebrik ederim :)" diyebilirken neden fenerbahçelilere diyemiyorum? kapris, gereksiz özgüven, gereksiz ukalalıkları yüzünden. kusura bakmayın ama bir şey bildiğini sanan ukalalar arasındasınız benim için. en iyi arkadaşım dahi olsa bu tutumu yüzünden o anda gözümden düşer. bana bunlarla gelmesin kimse. futbol benim için hiçbir şey çünkü. madem sizin için herşey sevgili arkadaşlar, buyrun sevgili takımınızla mutluluklar dilerim size..

bir diğer konu ise gündemimdeki feysbuk. dün çok sevgili, geleceğin tiyatrocusu kuzenimle konuştuk brunchtayken.
-feysbuk, karı kocanın bile arasını açar. hiç iyi bir şey değil. ama merak işte. artık herşeyi, çevremizle ilgili herşeyi oradan öğreniyoruz.

evet, karı koca, sevgili arasındaki ilişkiyi mahvediyor.

-ühühühüh berkecan, ühühühhüh fulyagül kim?
-yaavvv ilkokul arkadaşım.
-ühühühüh aranızda ne var? niye walluna öyle şeyler yazmış? he? ühühühühhühü ağzına s.. m berkecan....ühühühüh
-?%_%_%_%_%%_%?????

kimse bana maval okumasın. ben yapmam demesin! ben bile hoşlandığım insanın feysbukunda "X herif bilmem kimle arkadaş oldu" yazısını görünce küfrediyorum. aklıma on bin tane senaryo geliyor. beni böyle bir duruma düşürüyorsa sevgili ya da evli konumdaki insanları ne hale getiriyordur? sırf bu feysbuk yüzünden kavga edip, hesaplarını kapatan bir çift bile tanıyorum.

acı ama gerçek!

evlenen arkadaşlarım düğün davetiyesi göndermeyip ATTENDING açarak davet ediyorlar bizi düğünlerine. eskiden sır diye birşey vardı, özelimiz vardı. mesela, sevgilim olduğu vakit çoğu insan bilmezdi var ya da yok olduğunu ama şimdi millet -ki özellikle bağyanlar oluyor bunlar- çatır çatır IN A RELATİONSHIP WITH bilmem kim diye profillerini güncelliyorlar. ilişkileri bittiği vakit SINGLE ve özlü, iç acıtıcı sözlerle anlıyoruz ki siyah bayraklar çekilmiş kalplerinde.
yaa, social network işte size..

ha bunun yanı sıra mesela güzel şeyler öğretebiliyor. kuzenimin çektiği kısa filmden kareleri görebiliyorum. izleyemedim, belki o kareleri görmesem bilemezdim çekti mi ne oldu nasıl oldu.. bunun gibi bir sürü şey var. ama yine de zararlı. tasvip etmeyip kullanan insancıklar arasındayım ben de :)

..........
thunderbolt iyi ki sen yoksun şurada. 
yani olmanı isterdim  ama yok ya olma daha iyi. 


insanlar -yani en yakınımdakiler- kırıcı olduğumu söylüyorlar. sinirlenince gözüm hiçbir şey görmüyor. karşımdakini kırıyorum, rahatlıyorum o an. ama sonra? içim içimi yiyor. o saatten sonra ne yapılabilir ki? özür dilesen ne fayda. bak bu koskocaman şeylerden kaynaklı falan değil. ufacık şeyleri koskocaman hale getirebilme kabiliyetim var yalnızca o kadar. aman ne yapayım? o zaman beni delirtecek şeyler yapmasınlar mümkünse. 


ya ben, karşımdakini düşünerek hareket ediyorum. plan program yapıyorum. ama ama... 


neyse.. 
sorun sende değil bende. kimse üstüne alınmasın he mi? :)


holy 

23 Ekim 2010 Cumartesi

teşekkür ediyorum. beni sizler delirttiniz!

üstünde kemik desenli sabahlığımla yazıyorum bu yazıyı. bir köpek görse beni "yuppuuu kemik yuvası lan bu, saldırın saldırın saldırın.. ananızın hakkı için saldırın!" falan deyip saldıracak gibi. kendimi böyle hissediyorum. 

bunalım mode on değilim halbuse. yani, yani öyle biraz. yalan söyleyemem. ama kendimden kaynaklanmıyor bu sorun. sorun çevrem. patron, arkadaş, minibüs yolcuları, alışveriş merkezi güzelleri, falan filan işte. 

açık açık size biri;
"yanlış yapacaksın yine :)" deyip sırıtıyorsa ve özgüveninizi alıp götürüyorsa bu sizin sorununuz değildir. onun kendine olan güvensizliğidir. ne ekerse onu biçer halbuki. sizden, ona inat edip işi daha iyi yapmanızı bekler. özgüven sömürücüsüdür o. 

öz güvenim çoğu zaman yok gibiydi. teee eskidendi bu. aman kimse kırılmasın, aman bir laf duymayım diye kendimi paramparça ediyor ve her boku kafama takıyordum. şimdi geçti o günler. karşımdaki beni sinir mi etti? koyuyorum lafı. hiç bir tarafıma takmıyorum. ama 26 senede şu zaman öncesinde aldığım yaraları nasıl sarabilirim? birilerine laf koya koya, birilerinin canını yaka yaka. özür dilerim ama yapacağım ve de yapıyorum bunu.

hiç bir mazeret kabul edemez oldum. yani ben hala şu halimle önemseyebiliyorsam bir takım şahısları önemsenmeyi beklemem sizce doğru değil mi? ha, önemsemiyorsa bir tarafımdan aşşşaa kasımpaşa düsturunu benimsemiş olduğumdan ötürü takılmam. ama rahatsız da ederim. sorun değil. 

nasıl mutlu olacaksam o şekilde yaşamayı tercih ediyorum. siz de yapın güzel oluyor. 

........
seni bugün görmem lazım thunderbolt! 

"çevrendekileri sevmiyor olabilirsin, değiştiremezsin. o yüzden mutlu olmaya bak bu şekilde" dedin. he öyle valla. delirttiler beni. öz güvensiz insanlar mı istersin, son dakikaya iş bırakıp beni krizlere sokanlar mı istersin, kafasının dikine gidip beni dinlemeyenler mi istersin, minibüste bacaklarını gere gere oturan ve cehenneme gidince o apış arası yanacak olan herifler mi istersin...

he thunderbolt he.. ben bu tür insancıklarla mutlu olmaya çalışıyorum. evet, ne yazık ki değiştiremeyeceğim bunları. mutluyum bunlarla. hepsini ayrı ayrı seviyorum. bazılarını daha fazla seviyorum. öldürecek, işkence edecek kadar =) adeta bir meleğim onlarla.. iyilik meleği, dualar ediyorum onlara.

onlar bunu hak ediyor çünkü değil mi? :)

seni seven kızın
holy 

22 Ekim 2010 Cuma

soğuk kadın şişman kadın gıcık kadın

-ayy buzdolabı gibi kızsın (no frost) insan biraz güleryüzlü olur, sonra evde kaldım diye mırmır ediyorsun yani holy seni anlamak imkansız!

cano canlar, bu cümleleri ve benzerlerini her gün duyuyorum. neymiş, biraz gülecekmişim de, soğuk durmayacakmışım da.. off benim gibi birine bunu diyorlar ya..

"hep gülelim, huzur dolalım, mutlu olalım, el ele tutuşup güzel yarınlara koşalım"
oldu.. görürsem söylerim. yavv bir kere gördüğüm herife ne diye 32 dişimi göstereyim? elin herifi altı üstü. müşteriyse müşteri. minik bir tebessüm neyine yetmiyor? kız dediğin ağır olacak. ben bu mottoyu benimsemişim arkadaş. bana vıdı vıdı yapmasın kimse. arkadaş ortamlarımda çok samimi olsam dahi tebessüm kafidir benim için. arada tabi ki de bülent ersoy kahkahası atmıyor da değilim.

"soğuk kadınlar çok seksidir"
bak buna katılarak gülüyorum. soğuğum, soğuk olduğumu söylüyorlar. ama seksi bir tarafımı görmüyorum. her an içimden minik bir kız çocuğu fırlayacakmış gibi geliyor. zaten bugüne kadar da kimse yüzüme söylemedi bunu. herkes "ayy ne cici, ne şeker bir kızsın holycim" dediler. bir ara buna da takmıştım. sanıyorum üniversiteden önceki yıllardı. millet överdi beni ama güzel demezdi asla "şeker, cici, sevimli" sıfatlarını layık görürlerdi sağolsunlar.

fem dershanesine gidiyordum o sene. ablamız "holycim çok cici bir kızsın" demişti unutmam. "yaaa x abla bir günde biri güzel desin yaa, çirkin miyim ben?" demiştim. fem dershanesinin, anlam ve önemini, abla ne demektir onu da bilmiyordum ki :) abla şaşırdı kaldı. ne bileyim ablalar bizi Hak yoluna itekleyecek kimselerdi. sanki biz Hak yolundan sapmış, sapkın genç kızlardık.

pin up girl
pin up girl with camera 
ya da pin up kızları gibi masum ama iç gıcıklayıcı kızlardık. önlem almak için mi o güzel sıfatları bize layık görüyorlardı acaba? bilemedim şimdi.

pin up resimlerini seviyorum. çoğu müstehcen ama giyim tarzları, saçları beni bağlıyor resimlere. sanıyorum hala daha 50lerde yaşıyorum. zaten bir audrey hepburn var bir de pin up girls.

konudan konuya atlamak gibi olacak ama gündemimde üç önemli konu var :

*hagi geliyor hagi geliyor!!! Galatasaray'a, alemin kralına teknik direktör olacak. 
şimdi, hagi benim için efsanedir. niye? tuttuğum takımın hiçbir zaman ilk on birini (son on bir var mı) sayamam. ama hagi'yi iyi biliyorum ve seviyorum. bazı kimseler gelmesinin pek işe yaramayacağını söylüyorlar. olabilir. ben seviyorum ya, tuttuğum takım için geliyor ya yeterli bana göre.

*i found my love in portofino. 
bu şarkıyı pek severim. dalida'dan dinlemek özellikle beni huzura eriştirir. (huzur mu? ya neyse) dün bjk - porto maçını görünce aklıma bu şarkı geldi. sağolsun fanatik arkadaşlarım sözlükten, feysbuktan, her yerden iletileriyle gözlerimizi taciz ettiler. gerçi her maç günü için geçerli bu. porto'yu görünce aklıma bu şarkı geldi. zaten yenilmişiz de. vatanımı temsil eden bjk'ya derin üzüntülerimi bildirir, ilhan mansız'ın bjk'ya geri dönmesini talep ederim. (rüyalarda yaşıyor bazıları, değil mi?)
yok ya, ilhan mansız, ahmet dursun'lu zamanlarda güzeldi bjk :) vay bee.. sırf onlar için izlerdim ya maçları helal olsun bana :) ama ergenlik be şekerim ne yapacaksın?

*nikahsız beraberlik aşağılık zina sayılır.
ya ne olacağıdı? nerede yaşıyorsunuz farkında mısınız? dininizin ne buyurduğu konusunda fikriniz var mı? avrupa değil burası. hoş avrupa dahi olsa onların dini de aynı şeyi emrediyor. eğer nikahsız yaşamak modernlikse ben geri kalmış, kökten ve radilkal dincinin önde gideniyim. zina yapanları da nikahsız yaşayanları da cezaya çarptırırım.

öeeh be adamı sinir ettiler ama ya!!!

.........
canım içisi thunderbolt,


böyle çevrende pin up kızlarıyla ilgili birşeyler bulursan bana alır mısın? koleksiyon yapmaya başlayacağım sanırım. bir arada sailormoon ile ilgili ne varsa topluyordum. sonra ne oldu? verdim hepsini en küçük kuzenime. aman ben kim koleksiyon yapmak kim. 


zaten etik de değil pin up kızları. jartiyerli, iç çamaşırlı pozlarıyla pek ayıp onlara bakmak. :P ama ben kadınım. kadının kadına bakması etik mi bu şekilde? lezbiyenlik duygularım mı kabarır yoksa? milleti öyle bir hale getirdiler ki ne yapacağını şaşırttılar. başka da bir şey diyemiyorum artık. 


yıldırımı elinde tutan holy

21 Ekim 2010 Perşembe

çağmızın ya da benim hastalığım

akşam  kaçta yatarsam yatayım yine sabah uyanamıyorum. belki uykuya aşık olduğum için, belki çok yorgun olduğum için. ama bence aşığım aşık şu canım uykuya. ondandır.

dün çok sevdiğim bankacı bir hanımlan konuşurken "holy hanım hayırdır? sesiniz iyi gelmiyor" dedi. ben durur muyum, anlatmaya başladım hemen :
"yeaa kaçta yatarsam yatayım uykum oluyor hep sabahları :( sinir oluyorum"
"bu kronik yorgunluktan kaynaklanıyor. c vitamini almalısınız sabahları"

holy ve kronik yorgunluğu

kardeşi doktormuş ve kendisi de bu dertten muzdaripmiş bir zamanlar. gerekli olan c vitaminini sabahları alınca yorgunluğu kalmamış. güne zinde başlıyormuş.

zaten hastalık hastasıyım, al işte başıma bir de çağımızın hastalığı daha doğrusu çalışan kadın hastalığı çıktı.
"kronik yorgunluk".

ben zaten biliyordum böyle bir şey olacağını. sabahın yedisinde minibüste adeta zombi gibi bakınıyorum etrafa. minibüsten inip servis gelene kadar ayakta uyuyorum. ona buna bakayım, nasıl giyinmişler, her sabah gördüklerim bu sabah niye gelmediler gibi dertlerim de yok. servis gelince tek taş pırlanta hediye edilmiş kadın gibi seviniyorum ve takıyorum kulaklıklarımı uyuyorum işe gidene kadar. iş yerinde de öğlene kadar zombi holy hayatına devam ediyor.

artık bana bulaşmaya çalışanlara bir sebep daha sunacağım bana bulaşmamaları için sabahları.
-ya bak ben hastayım benimle uğraşma istersen!!!!

aslında bu bizim nacizane türkçemize göre "afyonu patlamamak" olarak adlandırılır. ananevi kelimelerimizi, cümlelerimizi ve deyimlerimizi kaybediyoruz cano canlar. modernleşme sürecindeyiz. ama bunlara da sahip çıkalım. şimdi ben asabi patronum için "kronik yorgunluktan sinirli o, sabahları lütfen rahat bırakın" demeye başlarım artık.

Yüce Rabbimin bana böyle bir hastalık vermesine şükrediyorum. umarım "kronik asabiyet, kronik mutluluk" vb. hastalıklarım olmaz.

ve yine bu haftasonu bir doktor ziyareti yapmak gerekecek. bakalım alfabemizin güzel harflerinden hangisine mensup olan vitamini bana uygun görecek.. muhtemelen b12 diyorum ben.
oylama başlamıştır!

.......
günaydın thunderbolt,


herkesler bana günaydın dediği zaman işyerinde "ne günaydını yaaa, sabah mı oldu, ben ayakta uyuyorum :/" diyorum. ayılamıyorum, ayılmak istemiyorum. yatağımı, yastıklarımı, uyku bandımı özlüyorum. o uyku bandının benim için anlam ve önemi çok büyük biliyor musun? onu takınca karanlıklar ülkesinin prensesi olup prensimi bekliyorum rüyalarımda. canım yaaa, bir gün gelecek ama inşallah o gün buruşuk bir prenses haline gelmem. o zaman da bana mırın kırın ederse rüyalarımdan kovarım!!! 


şu prensler niye sipariş edilmiyor sence? ya da ne bileyim inception'daki gibi insanların rüyalarına girebilseydik :) ufff harika olurdu. ama bu benim arapça öğrenip havas yapmamla aynı şey olurdu yaa. tehlikeli işlere bulaşmamak en doğrusu öyle değil mi?


ayılamamış holycinden okudun.. 
muahhh 

20 Ekim 2010 Çarşamba

cümleler

-ay inanmıyorum, aynı şeyleri seviyoruz, aynı müziği dinliyoruz. bu benim için yaratılmış :))

bu cümle ağzı kulaklarında kadın cümlesidir. muhtemelen uzun zamandır sevgilisi olmamıştır, birine yamanmaya çalışıyordur. acı ama gerçek bu. ruh ikizim diye çağırır önce adamı, sonra avucuna alınca yani kıskaçlarına geçirince adamı gözünü bile oyar. sevgiyle yaklaşır ama saman altından su da yürütebilir. ahahahha adeta sevgi pıtırcığıdır o. sevimli kadın seni. 

-ühühühüh çok seviyorum. ühühühühüh neden beni bıraktı sanki? ühühühühü allah'ım nolur geri ver onu bana nolur!

bu cümleyi bir çok genç kızımız, genç hanımlarımız kullanmıştır belirli yaşlarında. kullanmadığım, bir tarafıma takmadım diyen angutun önde gidenidir. evet, ayrılınca kullandık hepimiz bu aptal cümleleri. çok seviyorduk, seviliyorduk ama gün geldi peri masalı bitti :( ee şimdi ne olacak? ananın ki diyeceğim ama ayıp olacak. ayrılık sonrası yaşanılan o aptal, iç acıtıcı duygunun tek bir nedeni var : alışkanlık. 

ne kadar aşık olursanız olun, ayrılmaya yakın zaten içinizdeki heves bitmiştir siz anlamasanız da. ayrılık sonrası yaşanılan duyguların çoğu alışkanlıktandır demiştim. şimdi sizi kim arayacak? kime sarılacaksınız, sevgi böceği sözlerinizi kime söyleyeceksiniz? sevgilisi olan ya da evli arkadaşlarınızla bir yere gittiğiniz zaman eşeğin burnu gibi tek başınıza kös kös oturacaksınız. her ay telefon faturanız az gelecek. ya da sevgililer günü, doğum gününüzü kırmızı güllerle, seni seviyorumlarla kim kutlayacak? işte siz hissetmeseniz de bunların hepsi içinizden geçer, bilinçaltınızdadır. o yüzden aslında acı çekersiniz. ananız babanız, en iyi arkadaşınız sizinle ne kadar ilgilense o kadar sıkılırsınız. o giden herif ilgisizin teki bile olsa yine onu beklersiniz beklersiniz. biraz başka şeylere yönelebilseniz aslında herşey çok kolay hallolabilir. ben zamanında bunu yapabildim mi? hayır tabi ki de. çünkü bana ancak "aman siktir et, beş para etmezdi, hayatın mahvolurdu" diyenler oldu. "çevreni genişlet, kursa git çeşit çeşit" diyenler de oldu ama kolay yol her zaman yeni kişileri hayatınıza sokmak değil acı çekmektir. belli bir zaman sonra "çok huzurluyum, oh be" falan derseniz bile ben inanmam.. 

-anneaaaaa ben bunu yemem! bana patates kızart!

annesini köle yerine koyan çocuk cümlesi ya da nidası. dayaklıktır. ama bu anneden kaynaklı olabilir mi? 
-ne yapsam yediremiyorum bu çocuğa hiç sebze, komşu :( nasıl olacak bu iş? 
çocuğunu şımartma mesela. benim halam sağolsun zorla yedirirdi kızlarına sevmedikleri yemekleri. belli bir yaşa kadar her besini yedirmeye çalışmak gerek. zaten kendi kendini yönetebilecek duruma gelince birey istediğini yapar. hem bir yapma, iki yapma dediğini çocuğun mecburen yer yaptığın yemeği. aç kalınca zorla yediğim kapuskalar hala boğazımda duruyor. biliyor musun :(

-bana yüz vermeyecek kız daha anasından doğmadı kanka :)

hay senin o yüzüne köpekler işesin diyebileceğim erkek prototipi. bu erkekleri alıp bir kazan içerisine koyup, üstlerine zift döküp, harlı ateşte yakmak lazım. anasını satayım, sanki kızlar aptal, kızlar senin o kokuşmuş suratına meraklı, kendini nerede görüyorsun kardeşim? aç tavuk misali birisin sen. kendince kendine uygun gördüğün her kıza asılmanı tüm nisa taifesi olarak kınıyoruz salak insan! bence bu heriflerde özgüven sıfır. yani öyle görünüyor ama iş ciddiye binince görürsünüz ki hepsi kaçmak için delik arar. kendinizi sakınınız, saklayınız. mesajlarına cevap vermeyiniz. he bir de bu erkeğin kadın versiyonu da var. dişine göre birini buldu mu yapışkandır asla ama asla bırakmaz sizi. 

-seni seviyorum. 

bak işte. bunun doğruluğunu ya da yanlışlığını anlayamıyorum. ebeveynlerine dediğin doğrudur. ama sevdiğine dediğin? sence doğru mudur? bana niye çoğu insanın birbirlerine dedikleri "seni seviyorum"lar yalan ya da çok inandırıcı gelmiyor? bak şimdi "sen zamanında kazığın en alasını yemişsin ohohohoh" deme bana. yok öyle bir şey. benim içimden gelmediği zaman bunu söylemek zaten karşı tarafın da içinden gelmez. ama işte bazıları yaranmak ya da istediklerini yaptırmak için yalandan söylüyorlar. ben de sinir oluyorum. 


-aman, o huylarını ben değiştiririm onun. give me time please :)

ahahahah güleyim de boşa gitmesin :) bir erkeği ya da kadını değiştirirken elindekinden avucundakinden olursun. salaklaşma bir daha da bu cümleyi duymayayım!

.........

thunderbolt, 

oooo seni çok seviyorum! hiç kimse umrumda değil. cidden bak :P

yok yok. en önce kendim. zaten sen de bunu demiştin. kimseye fazla değer verme demiştin. vermiyorum. hatta şu son zamanlarda hayatımdan insan ayıklamaya bile başladım denilebilir. kendim için tehlikeli olan, beni yoran, sinir edenleri yavaş yavaş, onlar fark etmeden çıkartıyorum. bana zararı varsa benimle durması için hiç bir sebep yok öyle değil mi?

ehehehe bence de..
ama sen asla çıkamazsın hayatımdan! bunu bil. gebertirim adamı! 

cani holy :P 

thunderbolt, sanırım çirkefleşeceğim

sana o gün demiştim. erkeklerden çok kadınlardan korkarım diye. evet, korkuyorum. hepsi şeytan çünkü. ben de dahilim buna. ama kısmen dahilim. erkekler dümdüz düşünüyorlar, ona yaltaklanan, masumca yaklaşan kadınları anlamıyorlar. bunu ilk üniversiteye giderken fark etmiştim. benim salak, eski, angut sevgilim "off holy abartıyorsun" deyip beni sinir etmişti. sonuç olarak bir kaç gün dargın kalmıştık ama hislerimde de asla ve asla yanılmadığımı görmüştük hep birlikte.


ya da erkeklerin çok hoşuna gidiyor bu. hoşlarına gittikleri için anlamıyorlar. şimdi hani erkekler kadınları anlamazlar ya genelde, hani kadınlar anlaşılması çok güç varlıklar ya.. heh işte bu noktada ben de onları anlamıyorum. şimdi biri bana böyle yapsa, yani sürekli bir asılma hali olsa ama onun ismi asılma olmasa, yanımda bulunan anonim erkek buna çok bozulur. benim ne kevaşeliğim, ne kuyruk sallamam kalır. işte aynı şey erkeğe yapılsa "abartıyorsun" oluyor. buna bozuluyorum. kadınlar, affedersiniz orospu mu da iltifat alınca bu kategoriye sokuyorsunuz? ama siz iltifat alınca adeta einstein oluyorsunuz. yok öyle.

tabi siz de haklısınız. hayran kitleniz genişliyor. biz bir laf ettiğimiz zaman "kıskanç" oluyoruz. hoşunuza gidiyor. belli bir zaman sonra bu "kıskançlık" ayağınıza dolanan bir ayakkabı bağcığından farksız oluyor. yahu kuzum siz herşeyi kıskanıyorsunuz, hatta sevdiğimiz aktörleri bile. biz size bu şekilde davranan karıları kıskansak bence daha reel. siz, bir hayal için kalbimizi kırarken, biz kanlı canlı, kafasında on bin türlü tilki dolanan bir kadından sizi korumaya çalışıyoruz. ama sizdeki nato kafa nato mermer anasını satayım!

oğlum var ya, bir gün bu dediklerime hepiniz teker teker geleceksiniz. kadınların nasıl varlıklar olduğunu anladığınız gün geldiği vakit iş işten çoktan geçmiş olacak. her kadın asla göründüğü gibi değildir.. küpenizi takın kulağınıza. herkese yüz vermeyin..

............

ya thunderbolt yaa...


dün akşam öyle bir geçer zaman ki'yi izlerken aklıma geldi. her kadının içinde bir caroline var. evet, bu en yakın arkadaşın da olur böyle hiç tanımadığın bir kadın da olur. en masum, en sıcak kadından da bekle, ne moloz en soğuk kadın da bekle. hepsi aynı bokun laciverti çünkü. evlenseler dahi yine gözleri fıldır fıldır dönenler var. sanki görmüyoruz. ya da nişanlılık arifesinde bile utanmadan en yakın arkadaşının sevgilisine bile yavşayanlar var. neymiş, nişanlısıyla kavga etmiş de onunla konuşmak istiyormuş. yok ya! böylesinin alacaksın saçlarını eline bir güzel dolayacaksın yerlerde sürükleyeceksin. dervişin fikri neyse zikri de odur çünkü.


bunları sana dediğim için bana çirkef deme. ama çok gördüm böyle şeyleri. o yüzden hemcinslerime asla güvenim yok. çoğu sırrımı paylaştığımı falan sanıyorlar. ama yanılıyorlar.


seni seven


holy..

18 Ekim 2010 Pazartesi

kadınlarda pause düğmesi niye yok?

kadınların çoğu kendilerini dünyanın 8. harikası sanabilirler. ya da kendilerini prenses di ile bir tutabilirler. kendi kümesinde hükümdarlığını sağlamışsa her yeri kendi kümesi sanıp hemafrodit bir tavuk olarak yaşarlar. bu iş çoğu yerde böyledir. 

özellikle iş yeri onlar için bulunmaz nimettir. eğer biraz dişliyse, biraz geveze ise ve çenesiyle insanları bezdiriyorsa o  zaman tamam. hemafrodit tavuğumuz gıdaklamaz adeta kendini yırtar. yumurtladığı kokuşmuş yumurtaları kafanıza kafanıza fırlatır. 

bazısı iyi niyetli, bazısı kötü niyetlidir. kimi çaktırmadan sağlamaya çalışır altında sandığı çalışanlarına bu hükümdarlığını, kimi açıkça yapar. 

böyle çirkef kadınlara karşı siz sadece susarsınız. haklı da olsanız susarsınız. çünkü onlar çirkefin önde gidenidir. anca yanınıza gelip onu bunu şikayet ederler. hep kendileri haklıdır. karışmak istemediğiniz halde susmaya devam edersiniz. aranızda bir husumet yoktur ama sıkılırsınız da bir taraftan konuşmalarından. sadece dudak büzüp "he öyle mi? canım boşver" falan dersiniz. ama o susmaz. 

bir gün gelir ve çirkef iş kadınımız size sataşır. niye? çünkü her çiçekten bal almıştır, bir siz kalmışsınızdır. susarsınız ilkten, o konuşur. artık sizin sabrınızın taştığı andır. ağzınıza gelen her şeyi, tüm düşündüklerinizi sıralamaya, hatta taramalı tüfek gibi saydırmaya başlarsınız...

aman Tanrım! kadınımız şoklardadır! yine o haklıdır, siz terbiyesiz olursunuz. çamur gibidir. fukara sümüğü gibidir. bir bulaşınca bir daha asla bırakmaz sizi. kendilerini afedersiniz bir bok sanırlar. arkanızdan konuşurlar, yetmez mail atarlar. 

yine en iyisi susmaktır sizin için. çünkü bunlar siz sustuğunuz zaman yara alırlar. hiç ilgilenmeyin. ilgisizlik, sataşamamak canından bezdirir onu. 

..........
thunderbolt,

galiba hemcinslerimin çoğundan nefret ediyorum. çünkü kendilerini fasulye gibi nimetten sayıyorlar. herşeyin en iyisini kendilerinin bildiklerini düşünüyorlar. bence yanlış. ben böyle değilim. herşeyin en iyisini benim bilmeme olanak var mı? sadece fikir veririm karşımdakine, yaparsa ne ala yapmazsa pekala. bana ne. anası değilim babası değilim. 

bunlar kompleksli insanlar tahminim. sonradan bazı şeyleri elde etmenin verdiği güçle yapmaya çalışıyorlar. konuşuyorlar ve hiç susmuyorlar. hasta bunlar bence? 

hani diyor ya bir şarkıda mı türküde mi ne;
"o kurnadan bu kurnaya çirkef sıçramış" heh işte tam onlar için bu şarkı :) 

holy witch.. 

17 Ekim 2010 Pazar

rüyalarımız.. hep bilinçaltının ot yemesi!

freud amcam doğru tespitlerde bulunmuş kimi zaman. bilinçaltına ne saklarsan gece rüyana girer.

bu gece mesela, çok fazla kozmetik dükkanı dolaştığım için dün, rüyamda her önüme gelen kozmetik dükkanına girdim. far, parfüm ve ruj aldım. ama suratıma tek bir tanesini bile sürmedim. çünkü rüyada makyaj yapmak var olan ya da olabilecek bir ilişkinin veyahutta hoşlandığınız insanın sizden uzaklaşması ve ilişkinizin bitmesi anlamına gelir. ne zaman böyle bir şey görsem bu dediklerim gerçek oluyor. yani malum oluyor bir taraftan.

yine bir arkadaşımla uğraştım tüm gece. normalde, soğuk, kaprisli, gıcık olmayan  insan rüyamda tüm bu özelliklere sahipti. yani gıcıklığı var şimdi hak yemeyelim ama çok sinir oldum ve üzüldüm. uyanır uyanmaz da aradım kendisini. "cenab-ı hak adamı böyle yapar işte" deyince daha çok sinirlendim. laf yerindeyse suratına kapadım da sayılabilir telefonu.

bu insanı rüyamda bu şekilde görmem bana göre onun beni çok çok sevmesine delalet ediyor. hani rüyalar tersine çıkar ya, heh işte benimki böyle bir hesap.

bak yazdıkça aklıma geliyor inanır mısınız? arkadaşımın evine gitmiştim. çocuğu vardı iki tane ve kedileri. kedilerden kaçtım. iyi ki de kaçmışım. kedi, hastalıktır rüyada. dur ben bi mesaj atayım kızcağıza..

neyse efendim, az biraz rüya tabir edebiliyorum çok şükür. size bu özelliğimi göstermek için yazmadım bunları. ama bilinçaltı deyip geçmeyiniz. bilinçaltınızda olan şeyler bazen malum olabiliyor.

freud'a biraz teşekkür mü etsek ne?

.........

günaydın thunderbolt,


kedi neden rüyada hastalıktır ve köpek de düşmandır? onlar bizim dostumuz değil mi? ya da kadın gördüğümüz zaman neden sıkıntıdır? kadınlar sıkıntı veren varlıklar mıdır? neden bu şekilde tabir ediliyor ki? saçma. ama çıkması da gıcık bir durum. 


seni hiç görmüyorum rüyamda. hani erkek görmek rüyada hayırlara vesile olurmuş ya ondan diyorum. hem saçların da aklar da var, her ne kadar sakalın olmasa da seni gördüğüm zaman "aaa ak sakallı dede thunderbolt'muş.. vay anasını" diyebilirim. eheheheheh 


öhümm, neyse. rüya tabirlerim devam edecek. sen bilinçaltı diye sayıkla dur. çoğu değil. bak söylüyorum sana.. 


rüyasında her bişi malum olan yavrucek


witchlerden holykız.. 

16 Ekim 2010 Cumartesi

yemeğin zamanı olmaz

eheheheh

bugün gittiğim doktorum beni yanlış anladı. "vücudum da en sinir olduğum yer göbeğim" demeye çalışırken o, en güzelini göbeğim sandı. hayır hayır hayır..

3 aylık hamile gibi göbeğim var. yemek yiyince ne hale geldiğini düşünebiliyor musunuz?

korkunç, vahşet, acı, sürrealist bir tablo oluşuyor.

küp göbek, küp surat, küp yanak, küp el parmakları, küp ama uzun ya da az biraz uzun bacaklar...

abartmıyorum, öyleyim. bunun neredeyse her akşam yediğim ramenlerle ya da her sabah yediğim kepekli poğaçalarla ilgisi olduğunu da ayrıca düşünmüyorum. yoktur, yani olmaması gerekiyor. hamur olmadan yaşanmaz yaaa. üç beyazdan uzak kalamıyorum ne yazık ki. ve en kötü beyazı, en hain beyazı da çok seviyorum. hatta onunla yapılan herşeye aşığım. seviyorum. özellikle poğaçalara..
el emeklerim, göz nurlarım benim

poğaça peynirli olacak. ağızda dağılacak. pastane poğaçası gibi değil. ev yapımı, sıcacık, mis kokulu... yanında tavşan kanı çay... yaa ben çay sevmiyorum ama poğaça çaysız olmaz. olamaz.

bu ikilinin yanında bir de ıslak kek oldu mu.. üffff. tatlı niyetine..
en iyi yapabildiğim kek ıslak kek olunca araya giriyor işte böyle. :)

karnım acıktı sanırım. sandviç yapmaya gidiyorum ben. iyi geceler hepinize..

..........
thunderbolt, bi dilim daha ister misin?


çocuk sevmememin bu kadar çok hoşuna gideceğini bilmezdim doğrusu :) neyse...


bak bugün yine izledim frijiti :) aslında frijit değil de ismi uzun olunca yazmak gelmedi içimden. asıl frijit olan benim. hıhı evet. sen de dedin bunu saygıdeğer thunderbolt. 


mark darcy'i bence psikologlar, sosyologlar falan tez konusu olarak yazmalılar. hakkaten diyorum. böyle biri yeryüzünde var mıdır? yoktur. 


bak aklıma ne geldi? erkekler için "salaktır" dediğim zaman "doğru" demiştin. yine düşünüyorum ve yine salak olduklarına kanaat getiriyorum. bazılarını tenzih ediyorum tabi ki. sığ düşünüyorlar, aşk meşk önemli değil, evlenip barklanmaktan korkuyorlar. korktukları zaman senden vazgeçiyorlar. vazgeçtikleri zaman anlıyorsun ki zaten seni sevmemiş, çıkar ilişkiniz varmış. bencil ve salaklar. evet. 


bi dilim daha yemeyeceğine emin misin?
peki


iyi geceler..


holy

15 Ekim 2010 Cuma

ooo luiz!

dizi ve geçmiş deyince aklıma geldi.
marianna ve luis alberto

bir zamanlar bir MARIANNA vardı. ne diziydi bee.. babaannem tek bir cümlesini, sözcüğünü kaçırmamak için yırtınırdı. herkes susardı o başlayınca. hatta son bölümünü halacım videoyaya çekmişti.

luis alberto'ya aşık olmuştum daha 5 yaşındayken. sonra luis pisliği türkiye'ye gelip yasemin baradan'ı anasından istemişti de anası vermemişti kızını elin herifine. sonra uğur dündar'la evlendiler. hatta ikizleri var. birinin ismi damla :)

öhümm, gereksiz bilgileri hafızamda çok kolay tutabildiğimi söylemiş miydim?

neyse, işte bu luis alberto'ylan marianna gacısı imkansız aşk yaşadılar 20 sene boyunca. hayal meyal hatırlıyorum, bunların bir kütüphaneleri vardı. çok kasvetliydi. evde başka oda yokmuş gibi orada konuşurlardı hep. sonra fragmanında marianna'nın çamaşır yıkarken ki sahnesi vardı. şöyle bir tedirgin olup eteğini örtüyordu falan filan.

işte böyle olunca niye tecavüz oluyor deniliyor? çamaşır yıkarken leğende, biraz dikkatli olmak lazım!
fatmagüller çoğalmasın! (Allah korusun)

geçiyoruz bugünkü ikinci gündem maddesine. dün akşam feysbuk zımbırtısında sagopa kajmer'in bir röportajını dinledim. ben bu adamın şarkılarını asla dinlemem ve bu tür şarkıları zaten sevmem bile. baktım tüm iyi niyetli, mutasıp arkadaşlarım paylaşmış merak edip izledim. (feysbukta video paylaşmayan azınlıktayım. izlemem de. kurallarım var canım aaa) izledim ve bu zamana kadar izlemediğime pişman oldum. yogayı namaza tercih edenler hakkında konuşuyordu ve çok doğru konuşmuş. dünyanın parasını verip yogaya gidenleri eleştirmiş. haklı. namazdan iyi rahatlama olamaz. diyeceksiniz ki sen kılıyor musun? üzülerek söylüyorum hayır. bunun sebepleri var tabi, çok önemsiz sebepler. işteyken kılamayıp eve gidince kaza etmenin ağır gelmesi mesela. yapılamaz mı? yapılır pek tabi. belki şu an o olgunlukta değilim. vakit de daralıyor bunun da farkındayım.

ne diyeyim Allah islah etsin bizi.

hep bu diziler yüzünden!

televizyonla hiç işim olmuyor. izlediğim, takip ettiğim hiçbir şey yok çok şükür. babaannemden sebep fox tv'nin çeşitli dizilerini dinlemek zorunda kalıyorum. kesinlikle televizyona bakmadan size "yer gök aşk"'ı oturup anlatabilirim. ya da "ömre bedeli' ve "arka sıradakiler"'i :) yine içlerinde en iyisi "yer gök aşk". müzikleri falan çok güzel, bol entrikalı, oynayanlar dinlediğim kadarıyla güzel rol yapıyor. ama diğerleri için bir şey diyemiyorum ne yazık ki. 

bir takım evkadınlarının hayatını mahveden dizi

yine babaannemin, annemin ısrarla izlediği bir dizi var. "yaprak dökümü". kaç sezondur oynuyor ve iyice baydı doğrusu. ilk baştan evdekiler izlemiyordu, sonra dizisizlikten izlemeye başladılar. o saatten sonra ruhumda delikler oluşmaya başladı. o hayriye cadısı pardon karısı gerçek hayatta benimle bir akrabalığı olaydı sanıyorum ya o ya da ben katil olurdum. ya rabbi evlerden ırak et böyle kadınları! en başından beridir duyduklarım, okuduklarım ve gördüklerimle her zaman ferhunde'yi savundum. annemler hatta ve hatta kızıyorlardı bana. ama n'oldu? ali rıza dümbeleğinin ay çok pardon bey'in karısı işkenceci oldu ferhunde melek oldu. 

dökülen yapraklardan sonra size harika bir özelliğimi açıklamayı beis görmüyorum. yeni bir dizinin fragmanını gördüğüm vakit dizinin kalitesini, tutup tutmayacağını anlayabiliyorum ve bugüne kadar çok az yanıldım. mesela  "küçük kadınlar" (küçük o...lar) için tutmaz demiştim. tuttu. evet üzgünüm, sinirliyim ama halk bunu istiyor. isteyince de devam ediyorlar çekmeye. geçen gün arkadaşımın evinde ısrarla izlendi ve mecburen izlemek zorunda kaldım. mide bulandırıcı bir dizi, oturup da hayatta izlemem. beş kardeşin de beşi kötü yollara girmiş, hırsızlık, metres hayatı (gerçi artık bunun ismi modernleşmek, biz modern değiliz ne yazık ki :( ) gibi.. daha fazlasını yazmaya elim, dermanım yetmez ne yazık ki. 

türk dizileri böyle olunca dizi izlememek en iyisi. yok o onu öldürecek, o ona tecavüz edecek, yok kocasına kız kardeşi aşık olacak ondan sonra kocasını baştan çıkaracak... adamın midesi kaldırmıyor bunları. 

şu an için en iyi dizi diyebileceğim tek bir dizi var. o da "öyle bir geçer zaman ki". dönem dizilerini çok sevdiğim için midir yoksa oyuncular harika rol yaptıkları için midir bilemiyorum ama izlemeye doyamıyorum. aşk-ı memnu, hatırla sevgili ve bu kalp seni unutur mu ile kalbimde ilk dördün arasında yer alıyor. evet, süper baba birinci sırada kalbimde :) onun yerini hiçbir dizi dolduramaz. ilk aşk nedir onunla birlikte öğrendim, ilk üzüntüyü (fiko'nun intiharı) onunla yaşadım. annemler görmesin diye ağladığımı dizi bitene kadar kendimi zorla tuttuğumu çok çok iyi hatırlıyorum. vay be.. şimdi salya sümük ağlıyorum onların yanında. ama o zaman neden öyle birşey yapma isteği duydum inanın çözemiyorum. 
şevket altuğ - süper baba

televizyon izlemeyin. haberlerde de zaten pek faydalı şeyler yok. diziler zaten belli. şarkılar desen uyduruk. ne varsa eskilerde varmış hakikaten. şimdiki çocukların izledikleri çizgi filmler bile cezbedici değil. bizim zamanımızda (otuz küsür yaşındaki kadın söylüyor bunu) clementine, vikingler, orange road, sailormoon (gözdemdi) ve daha niceleri vardı. susam sokağı koliktim mesela. minik kuşa gıcık olsam da oturur izlerdim. 80lerin sonu 90ların başı çocuğuyum ne de olsa :P

...............

thunderbolt, thunderbolt, thunderbolt....

yaprak dökümü'nü yerden yere vurmak için başladığım yazıma nasıl da nostaljik bir şekilde son verdim? görüyorsun değil mi? bunların hatırlayınca aklıma neler neler geldi... kuzen larry vardı, sonra babası uzaylı bir kız vardı böyle kristal bir şey yardımıyla babasıyla konuşurdu, hatta zamanı durdururdu falan. çok severdim ve ben de hep zamanı durdurmaya çalışırdım. hala daha çalışmıyor da değilim. mesela tam biri bana sinirleneceği zaman, zamanı durdurup önünden kaçmak harika olurdu :) ya da biraz daha uyumak için tam kalkma vaktimde zamanı durdururdum.. bunlar hep küçüklükten kalma hayallerim. senin biraz daha çocukluğuma inmen gerek sanıyorum. 

bu zamanı durdurma işini alacakaranlık kuşağında da izlemiştim. tam savaş çıkacağı vakit kadının teki zamanı durduruyordu boynundaki madalyonla. ne garip, bir tek bu bölümü kalmış aklımda. aslında çocukluğuma dair bir çok şeyi çok net hatırlıyorum. yazsam kitap olur o derece :P

hep çocuk kalmak isteyip kalamayan kız
holywitch 

14 Ekim 2010 Perşembe

yağmurlu günde taksi bulmak


sabah acil işim olduğu için "bankada", o yüzden işe gidemedim. balmumcu'ya kadar uzanan yolculuğum iğrençti. daha önce hiç iş saatinde metrobüse -hele hele yağmur yakarken- binmemiştim. plaza insanıyım ve servisimiz var. daha ne olsun!

balmumcu'ya gelene kadar etmediğim küfür, yemediğim yağmur damlası doğrusu bardak bardak su kalmadı. bak, yağmuru seviyorum ama ıslanmadığım zaman. :) ama hayır, sıçanla aramda bir fark kalmadı bugün. çizmelerimin içi, çoraplarım ki incedir kendisi ıpıslak oldu. Allah'tan elbise giymiştim yoksa pantolon paçalarım çamurla birleşip soyut resim örnekleri çıkarabilirlerdi.

işim, bir saate yakın sürdü. daha önceden balmumcu'da staj yapmıştım. banka tam staj yaptığım yerin karşısındaydı. eskileri hatırladım sabah sabah. bir taraftan iyi oluyor ama diğer taraftan gıcık bir durum. ne biliyim, eskinin eskide kalması güzel bir şey tabi böyle hatırlayınca sinirler katlanabiliyor.

biraz kuruduktan ve işlerimi tamamladıktan sonra işin en kötü kısmı başladı :
yağmurlu bir günde taksi bulma savaşı!

anasını satayım, bir tanesi boş geçmez mi? insanlarımız o kadar o kadar zenginler ki herkes taksiye binip gidiyor bir yerlere! sıçan vaziyetim, ıslak şemsiyem, ısrarla akmaya çalışan makyajımla ısrarla taksi arama maceramı sürdürdüm. gözlerimin iyi görmemesi nedeniyle her geçen taksiye el salladım ehehhe içinde müşteri var ya da yok beni ilgilendirmez :) neyse taksi bulamayınca devasa kırmızı şemsiyemle gene kelly kıvamında "i"m singing in the rain" şarkısını mı söylesem yoksa rihanna gibi "umbrella" şarkısını söyleyip izleyicilerim olan sokaktan geçenlere harika bir görsel şov mu yapsam bilemedim :(

tam bunları düşünürken bir taksi geldi ve beni, gariban holy'i buldu. taksiye binince rahatladım.
bir daha ne olursa olsun yağmurlu havada su içmeye bile gitmem iki adımlık yere. bu ne be!

bunun yanı sıra önemli tespitler de yapmadım değil. avam ya da kendini beğenmiş diyebilirsiniz umrumda değilsiniz. metrobüse binenlerin çoğu bencil insanlar. çünkü öküz gibi dalıyorlar içeriye. sıkışık ya da değil umrunda değil kimsenin. dirsek çarpmış gözüne, çanta girmiş popona kimsenin umru değil. biner binmez "üfff sıkıştım" diye cırladığım için acayip bakanları dile getirmek dahi istemiyorum. kadınmışsın, yaşlıymışsın, gebermişsin kıçlarında olmuyorsun. metrobüsleri kınıyorum ve kaldırılsınlar! evet. yerine raylı sistem yapılsın. madem bu kadar paramız var raylı sisteme geçelim. zarardan çok yararı var. yazık günah insanlara. işlerine gitmek için çırpınıyor hepsi ama işte böyle benim gibi burnu stotosfer katmanında gezinenler tarafından yanlış anlaşılıyorlar.

bankadaki tespitlerime gelince, abicim bankadakilerin hepsi güzel ve yakışıklı olmak zorundalar mı? müşteri temsilcimin sürdüğü ruju çok beğendim mesela. sohbetimiz koyuydu ama soramadım markasını falan. o kadarına gerek yok dedim. hem rujları alıp alıp kenara koyuyorum, kullandığım görülmedi henüz.

bir başka bankayı daha ziyaret ettim bazı işlemlerim için. buradaki temsilcimiz makyajsız ama şeker mi şeker bir bayandı. hatta bana iltifatta bile bulundu. çok pozitifmişim :) ehehehe keşke herkes benim gibi olsaymış :) valla egom tatmin oldu.

yarım günlük banka ve beşiktaş maceram işte bu şekildeydi. her dakikamı tespit yaparak geçirdim, çok yakında herkese bir kulp bulur ve kibirimden geçilmez artık :P


........

thunderbolt, 


sen koltuğunda ya da yatağında sıcakken ve rahatken ben metrobüslerde ezildim. inat edip yerimden -kapının hemen yanıydı- ayrılmadım ve kapı her açıldığında ıslandım. eve gidince hemen çorap üstüne çorap giyeceğim. 


ilkokuldan beri servis çocuğuyum ben. öyle sağa sola giderken toplu taşıma araçlarını kullanıyorum. popom azcık rahat nedir biliyor bu yüzden. 


ileride zengin olursam az biraz da olsa, ilk işim araba almak olacak. he trafik var evet ama benim rahatım herşeyden önemli! bunu lütfen es geçmeyiniz. 


eheheh beni şemsiyeyle dans ederken hayal edebiliyor musun? bir kütük şemsiyesiyle dans ediyor! dans özürlüyüm ben yemin olsun. azcık elastiki olmak isterdim doğrusu. 


neyse çenem düştü. bugünlük etkilerim, tepkilerim, tespitlerim bu kadar. 


görüşeceğiz yine..


holy

13 Ekim 2010 Çarşamba

yavşayan erkeği tespit

yavşak bir erkek olarak daniel cleaver

erkeklerdeki "her kızı tavlarım ulan" düşüncesinden nefret ediyorum.

yılışık yılışık konuşmalarından ki ne kadar soğuk davranırsan davran seni anlamaz, anlamamazlıktan gelir iyice yavşar. hani kız naz yapıyor hesabı.

sen sustukça konuşmaya devam etmesi ayrı bir olay zaten. konuyu kapatırsın "oh be savdım başımdan" dersin ama o hala konu açar, konunun konuyu açmasını ister. sen "noktayı" koymuşsundur oysa ki.

ama o bunu anlar mı?

anlamaz. çünkü beyin hücrelerinin yarısı yok. istenmeyen insan olduğunu ancak sen suratına tükürünce anlar.

yavşak erkekler midemi bulandırıyor ve çevremde gördükçe bunları iyice tiksiniyorum. erkek milletine olan güvenim daha daha batıyor yerin on bin kat dibine.

bunların size aşık olma gibi bir olasılıkları da yoktur. zaman geçireyim, birlikte olayım gibi düşüncelere sahiptirler ki en iğrenci de bu zaten.

ama bazıları da arada çıkıyor.sizin o burun kıvırdığınız ve yavşamasından aşırı rahatsız olduğunuz erkek gün geliyor "özel birşeyler konuşmak" için sizi bir yerlere davet ediyor. akıllıysanız gitmiyorsunuz siz de. :) gitmeyince bu sefer mesajla taciz ederek anlatıyor derdini ve bum!!!!!!!! bomba patlıyor.. meğerse bizim yavşak herif size aşıkmışmışmış.. bak sen.. ulan köşe bucak kaçıyoruz senden anlamıyorsun bir de üstüne "ben sana resmen aşığım, sen bir peri kızısın" diyorsun..

hehehehhe gülüyorum ya ben buna..

ama, mark darcy'e benzeyenler onlar şöyle bir dursunlar :) onlara lafım yok. ağır abi mode on olmaya devam!!

piliniz ağır ama olsun. :)

bu yazıdan da benim erkek delisi biri olduğum lütfen çıkartılmasın. tam tersine diyorum ya yavşayan yavşak erkeklerden nefret ediyorum ve benim gibi ağırbaşlı tüm kızlara sadece bir uyarı olarak yazıyorum bunları.

bence beyler, sizin de kulağınıza küpe olsun bu yazdıklarım.

..........

owwww thunderbolt...


senin için sadece ve sadece...


not of this earth diyebilirim... 


ehahah


iyi geceler.. 

çocuk bebek sevimli şeyler bunlar

bilen bilir ve bu blogda da çokça konusu geçer. çocuk sevmeyen bir kadınım. sevemiyorum yani zorla değil ya. böyle miniş miniş bakışlar, minik minik eller, bazılarının kafasında on bin tane tilki dolaşırken size masum masum bakmaları ya da siz masumca severken öküz gibi anırmaları.. evet, bunların hepsi beni çocuklardan soğutan nedenler. aslında daha çok var ama linç falan etmeye kalkışanlar olabilir diye yazamıyorum.

bir çok kişi bana "çocuğun olduğu zaman görürüm seni" diyor. buyrun görün, geleceğiniz varsa göreceğiniz de var. kendi çocuğum -daha önce de demiştim- benim için en harika çocuk olacak. ağlarsa ağlasın. kalkıp dövecek halim yok. çocuktur ağlar tabi. hatta bana çekerse maaile yandığımızın resmidir. geceleri susmayan, gündüzleri susmayan bir çocukla nasıl başa çıkılır öğreneceğim en nihayetinde.

çocuk sevmiyorum diyorum ama istisnai çocuklar var tabi hayatımda. ege ve ilay'a olan sempatimi ve sevgimi biliyor bir çoğu. emir berke zincidi var bir de. dün akşam yine ağlattı bizi ailecek. gerçi artık ben ağlayamıyorum. sadece ağlayan birini gördüğüm zaman gülmeye başlıyorum. eheheh psikologa mı gideyim? ilahi siz!

ve ve ve.. tüm bu üç çocuğun yanında bir çocuk daha var. geleceğin prensesi olmaya aday kendisi. çocuk kakasından belli olur derler ya. bu kızımız da öyle işte. narin, nazik bir annenin kızından daha ne beklenebilir ki?
deniz ismisi. henüz 6 ayının içinde. bir çok sevdiğim özelliği var ama nazar değer korkusuyla anlatamam. annesinin ricası da değil bu. ama gerçekten çok sevimli bir çocuk. genelde çocuklar çok masum bakarlar ya denizcik hem masum hem de çok espritüel bakıyor.

kırmızı kapüşonlu pilot deniz bebek

şimdi deniz bebeği inceliyoruz. ayaklar görüldüğü üzere tam ısırmalık! "hanimiş mişmiş de mişmiş" yapılarak bu çocuk gülmez cano canlar. başka yöntemler var. bu çocuk piyanodan tutun bateriye kadar her türlü enstrumanı çalabiliyor. yaaa yaaa... özellikle piyanodan ayrı bir zevk alıyor kendisi. ileride kendisi gazetecilere demeç verirken "müzikle doğduğum günden beridir iç içeyim" derse inanmamazlık yapmayın. bu klişe sözü kullandığı için pişman olmaz aksine mutlu olur. çünkü doğru söyleyecek. 

işte, Rabbim bana böyle çocuklar nasip etsin, ben o zaman çocukları severim. ama her gördüğüm sümüklü, eli çamurlu, üstü başı darmadağınık, donu düşük çocuklar böyle olmuyor. 

bu bebeler numune kalmışlar. 
...........

sevgili thunderbolt.
ya ben çocukken harikaymışım hem de sarışınmışım. kıvır kıvır saçlar, ela ela gözler, bilmiş bilmiş sözlerim varmış. geceleri ebeveynlerimi çileden çıkarmam cabası bunların yanında :) gülü seven dikenine katlanır Allah Allah ne yapayım yani? 

neyse, çocuk sevmeyen insan sevmez mottosunu bana yutturmaya çalışanlara karşı yazıyorum çocuksal yazılarımı. insan sevmediği bir şeyden kendisinin de olsun ister mi? ben şimdilik istemiyorum. ya da hayırlısı olsun ne diyeyim ki başka? 

çocukken şımarık olan kız
holy witch 

12 Ekim 2010 Salı

ooo darcy darcy.. are you an ideal man?

benim için evet :) öf ne yapayım, yalan mı söyleyeyim şimdi? ses tonu, bakışı, utangaç tavırları, konuşmaları bana sürekli bridget jones's diary izlettirmeye yetiyor. hugh jackman da mesela the fountain'de çok aşık karısına ve ideal bir erkek ama sürekli the fountain izlemiyorum mesela. demek ki mark darcy çekiyor kendine sürekli beni. 

yani bu yaptığımı liseli kızlar yapar ancak. evet, ama biz burada çekim yasasını çalıştırmaya çalışıyoruz. başka bir niyetim yok. çeke çeke de colin firth ya da mark darcy'ye her bakımdan benzeyen birini çekemem diye düşünüyorum. her güzelin bir kusuru illa ki vardır ne de olsa :)) gülü seven dikenine katlanır. davulun sesi uzaktan hoş gelir. parayı veren düdüğü çalar. ıyy bu sondakini unutun, ben bulamadım ekleyecek bir şey ondan saçmalamaya başladım :/ 






bu arada fark ettiniz mi? bay darcy her fotoğrafta ağzı kapalı gülümsüyor, bridget hanım ağzı on karış açık bakıyor melül melül :) eheheh işte işin bu yönüne hasta oluyorum. erkek dediğin ağır olacak, ağzı açık durmayacak, kapalı duracak. yemekten yemeğe, konuşmaktan konuşmaya açsın ağzını :) 

siyah beyaz

sigara kullanmıyorum (kimi zaman kullanıyorum, yalan yok) ama bu sabah canım şöyle güzel bir türk kahvesiyle beraber sigara tüttürmek istedi. sanki ben o sigarayı içime çektikçe içimdekiler de dumanıyla beraber uçup gidecekmiş gibi geliyor. bilmem, belki de hakikaten uçup gider öylece...

havadan değil bu duygusallık. kendi özümden gelen bir şey. içimde sürekli bastırmaya çalıştığım aşırı duygusal bir kız var. ama istiyorum ki sesi hiç çıkmasın. çünkü bazen duygusallık sizi güçsüzleştirir. benim en büyük korkularımdan biri güçsüzleşmek. herkesin içinde küçük bir çocuk yok mudur sanki? kimisi ortaya hiç çıkarmaz, kimisi bazı hareketleriyle çıkartır. bu onların güçsüz olduklarını mı gösterir?

hayır.

içimde, siyah ve beyazın karışma noktasında oturuyorum. asla karıştırmamaya çalışıyorum onları. korkum, karışıp gri olmaları. netliği seviyorum çünkü, net olan kişileri seviyorum. iyi ya da kötü içinde ne varsa söyle bana, ben bileyim. senin asla içinde kalmasın.

yani bir şey varsa o ya siyah olmalı ya beyaz. ben böyleyim ya siyahım ya beyaz. asla gri değilim. sigara dumanı gibi, bir varken bir yok olmuyorum.

böyle havaları bu yüzden sevmiyorum, bu yüzden seviyorum. itiyor beni saçmasapan duygusallığa. itiyor beni hayal kurmaya. devrik cümle yazınca duygusal olanlardan, fazla şey anlatanlardan olmak da istemiyorum ama bu havalar beni devrik cümleler kurmaya da itiyor.

artık uzun, cümleler kuruyorum. sanıyorum yaşlanıyorum.

...........
thunderbolt, 


sen "sigara kadına yakışmıyor" dedin. yakışıyor bence. her ne kadar eroinman gibi içsem de ben kendime yakıştırıyorum. 25 yaşından beri tek tük içmeme rağmen ileriye dönük "paket paket" alırım hevesim yok. iki taneden sonra kusmaya başlıyorum çünkü. 


sigara iyi bir şey değil. insanlar bırakmaya çalışıyor. ben heves ediyorum. ama diyorum ya belki sıkıntımı böyle atıyorum, dumanını üfleyerek. o salak herifle son buluşmamızda içmiştim ilk defa karşısında. halbuki ben onu soğutmaya çalıştım 4 sene boyunca o da her fırsatta gizli gizli içti. sanki ben onun annesiydim. ben bu kadar mı korkutucu, bu kadar mı kuralcı bir kadınım? 


değilim, hayır. kurallarım var ama başkasına uygulayamam. kimsenin velisi, annesi değilim. sadece insanlar beni görmek istedikleri şekilde görmeyi başarabiliyorlar, o kadar.. 


sen, ömrün boyunca net ol bana. öyle susup durman, anlamsızca konuşmaman çileden çıkartır çünkü beni. 


çenesi hiç durmayan kız
holy

11 Ekim 2010 Pazartesi

evlenme meraklısı kızdaki ben başardım bakışı

işte kıl olduğum kız tipi. 

evlilik neyin göstergesi? evlenenler level mi atlıyor çok merak ediyorum. çoluk çocuğa karışmak, sorumluluk almak  herkese zor geliyor. hatta bu kızlara dahi. ama diğer yandan da evlenmek için can atıyorlar. yani böyle bir şımarıklık seziyorum. sanki 30'una kadar evlenmeyen kız evde kalıyor. hele de bu zamanda!

"ay aslında tüm çeyizlerim tamam da ne biliyim, yine de bir korku var"

hadi güzelim hadi, yemezler. için içini yiyor işte evlenmek için. "ne kadar uzarsa o kadar cebime kalır" desen de inanmıyorum sana. yani bu sevgilisine duyduğu aşktan falan kaynaklanmıyor, onunla bir ömür geçirmek değil. tamamiyle mahalle baskısı denilen şeyden ya da anneden kaynaklanan şeyden de şey olabilir. biraz daha açıcak olur isek;

nice anneler var kızlarını evermeye meraklı. "ne zaman evleniyorsun, bak yaşıtın şadiye'nin kızı var, sen daha tut şeyini otur" falan diyorlar. kızı bulamazsa kendisi oraya buraya haber salıyor, çok hünerli, çok marifetlidir benim kızım diye. kızının yaptığı dantelaları falan gösterir ona buna, cümle aleme. kızların çabucak evlenmek istemelerindeki önemli faktörlerden biri.

mahalle baskısı denilen konu ise, mahallenin yaşlıları, çekirdek çitleyen karıları, komşu teyzeleri, hacıları ve hocaları tarafından "bu saatte eve gelinmez ki, hem de erkek arkadaşı bırakıyor, cık cık cık" diye yapılan baskıdır. tüm bu dedikoduları duyan kızın ebeveynleri "ya evlen ya terk et" laflarıyla kızlarının ve damat adaylarının canından bezdirecek duruma getirerek evlenme hadisesini gerçekleştirirler. 

neyse, öyle ya da böyle evlenme meraklısı kızımızın artık evlenme hazırlıklarının son demlerinde bekar arkadaşlarına tüm olanları anlatırken ki bakışları tiksindiricidir. "aahahahahah ben buldum evleniyorum, sen daha otur" bakışıdır bu. neyine imrendirmek ister ki sanki. çok matah bir şey mi evlilik? evlilik kumardan başka hiçbir şey değil. sorumluluk almak, boklu bez değiştirmek, haftanın iki günü kocanla yatmak bu kadar mı zevkli? ev ev değil lunapark, disneyland mübarek! çok eğlenmek istiyorsam hobilerimle yaşarım olur biter.. 

aha, bu kızların hobileri sadece bulaşık yıkayıp, temizlik yapmak ve dantel işlemek. bu kadar. 

.........

ya thunderbolt,

sen bilirsin evlenmek zevkli bir şey mi? iki kere evlenmişsin ya. demek ki zevkli :) ama bence olucaksa bir kişiyle olsun ömür boyu olsun. öyle değil mi? 

ben ney çalmayı öğrenmeden evlenmek istemiyorum. bazen diyorum ki, evlilik ne işe yarıyor? çocukları da sevmiyorum. yapamayacağıma inandığım şeyler de var zaten. 

bilmiyorum.. zamanı gelince bunların hepsine "he evet, yaparım" da diyebilirim.

herşey sürpriz.. herşey olasılık anasını satiyim.. 

öptüm
mübarek cadı