11 Temmuz 2010 Pazar

yanıbaşımdan

dedem öldüğü zaman, dünyanın durduğunu düşünmüştüm. ne de olsa ilk ölümdü gördüğüm, hem de en çok sevdiklerimden biriydi giden. bir daha asla sesini duyamamak, görememek onu, bağırmasını, öpmesini hissedememek çok koymuştu. babamdan çok babamdı giden adam, varını yoğunu benim için harcayandı. dünyanın en yakışıklısıydı. belki çok agresifti ama seviyordum onu.

dedemdi.

hiç bir hastalığı olmadan gitti. hiç uğraşmadı ne kendisi ne de biz. uğraştırmadı. en büyük isteklerinden biriydi böyle sessizce gitmek.

istediği oldu. gitti.

onun arkasından, sahip çıkacağım, onun kokusuyla bezenmiş tek bir kişi kaldı. yine onun kadar çok sevdiğim bir kişi. babaannem.

babaanneme sarıldım yattım. babaannemle birbirimize destek olduk. eksikliğini hissediyoruz geçen 3 sene üstüne ama her güzel şey bir gün elbet bitiyor, bunu da biliyoruz.

meğer o 3 sene içinde başka neler olmuş da ben fark edememişim.

bu son 3 sene benim kaderimi çizmiş, yollar yapmış, ağlar örmüş.

evet, trikotajla hiç bir alakası olmayan kaderim ağlarını örmüş.

en sevdiğim dediğim adam hasta. karasevdam dediğim, kim gelirse gelsin onun yeri farklı dediğim insan adını bile zikretmeye tahammül edemediğim ve çok korktuğum bir hastalığın pençesinde. kimse bilmiyor çevresinde. acısını yutmuş. ben yutamıyorum. boğazımda düğümleniyor herşey. yapamıyorum. destek arıyorum. kimse destek olmuyor. hoşuma gitmeyen nedenleri hep bu hastalığa bağlıyorum.

yaşama isteği diye bir şey kalmadığını fark ediyorum her sabah. "bugün niye varım ki?" sanki hasta olan benim öyle değil mi? o bu kadarını bile yapmıyor çünkü yaşamak istiyor.

bense, onsuz hayatı düşünerek şimdiden ayakta durmaya çalışıyorum. ama giderse, arkasından sarılacağım, kokusunu duyabileceğim kimse yok. bu canımı yakıyor.

kolay olmayacak, elbet üzüleceğim.

Hiç yorum yok: