27 Eylül 2010 Pazartesi

i'm a english woman in istanbul


ne yağmurdu be!

365 gün 24 saat şemsiyemle birlikte dolaştığım için kafam ıslanmadı. zaten şalım da vardı yanımda. ama minik ayaklarım için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. ıslandılar, üşüdüler. servis gecikti. bekledim. zaten erken çıkmıştım yağmur yağacak diye. nerdeyse 15 dakika bekledim o yağmurda. tek başıma..

upuzun saçlı, yine upuzun boylu genç bir çocuk geçti önümden. saçları benimkinden çok çok uzundu. boyu da maşallah dedirten cinstendi. saçlarını tutan lastiği çekti, bir hanımefendi edasıyla ıslak saçlarını savurdu öylecene. işte o an benim aklımdan tek geçen şey, o çocuğun benden daha da kadınsı oluşuydu. saçlarımı hayatta kimsenin içinde öyle savurmam. bu tutuculuksa, evet çok tutucuyum. mümkünse kimse beni farketmesin o kalabalığın içinde.

dolu dolu yağan yağmur sonucunda aklıma gelenler bunlar.


minibüste gördüğüm iki kız hakkında da yorum yapmadan geçemeyeceğim. ön koltukta oturan kızımız en fazla lise ikiye gidiyor gibi göründü bana. neyse. kızımız nasıl derler inek tipli bir kızdı. saçlar toplu, minik tutamlar çıkmasın diye tel tokalar iliştirilmişti her tarafına kafasının. gözünde gözlük, gömlek kollarının düğmeleri kapalı, boynunda dar ağacı ipi gibi çekilmiş olan kravat..

sonra başka bir kız bindi minibüse. aynı okuldan oldukları formalarından belliydi. tanışıklıkları varmış. bu kızımız oldukça rahata benziyordu. saçlar fönlü ve uzun, toka takılmamış. gömlek kollarındaki düğmeler kapalı değil, gömlek kolları kıvrılmış. kirpikler hafif rimellenmiş, düzgün konuşan bir kızdı.

bu iki kız başladılar muhabbete. inek takımından olan kızımız özenti gibi konuşmaya başlamasın mı? şaşırdım. öyle de gereksiz konuşuyor ki..

buradan alınması gereken ders : ben çok fazla ön yargılı oluyorum sabahları. bana dokunmayın karga kahvaltasını yapmadan.

Hiç yorum yok: