6 Ocak 2011 Perşembe

içten dökülenler

by : linn olofsdotter
"asla sarıya boyatma"

tamam, asla sarıya boyatmayacağım. annem ve k. amcam'dan tavsiyeler üzerine asla sarıya boyatmayacağım.
o'nun içinse, hep kızıl ya da kırmızı olacak. gerçi sadece O'nun için değil, kendi içimden gelen de bu.
kırmızıyı hep sevdim, çocukluğumdan beri. annem nefret etti. "kırmızı kıyafetlerin boya veriyor, alma kırmızı bir şey!" diye isyan etti her zaman. inatla aldım. üstüme ne kadar çok gelirseniz, karşılığında inatçı birini bulursunuz. istem dışı bir şey bu. baskı altında kalmak bu işte. baskı altında kalıp, özgürlüğünü seçmek bu işte. sana verilen, zorla yaptırılmak istenen ültimatomlara ısrarla karşı çıkmak..

bazen, bu paralı köleliğe, bu saçma yaşama karşı inadımdan buralardan kaçmak istiyorum. ama nereye?
ege'ye ya da karadeniz'e mi?
ne yapacağım orada?
organik tarım.
ebeveynler ne der bu işe?
ben, daha annemle babamın minik kızıyım. en ufak bir şeyde beni şımartıyorlar, en ufak bir şeyde ya "yaşın kaç oldu senin?" ya da "sen daha ufaksın, olmaz" diyorlar. ironiye baksana! "ufaklığı mı kaldı artık bu işin" diyorum. annemle babamın benim yaşımdayken çocukları vardı iki tane. şimdi ben, ne yapmak istesem "hayır"larla karşılıyorlar isteklerimi. inat damarım kabardıkça kabarıyor. fark etmiyorlar.

çok şey istemiyorum. kendi dünyamın içinde yaşamak, kendi yarattığım hayallerimi kurmaya devam etmek ve onları canlandırmak istiyorum.

"anne inan bana kötü bir şey yok" diye diye anneme, aslında bu dünyanın kötü olmadığını inandırıyorum yavaş yavaş. ben istemezdim, onlar beni bu yola sürüklüyorlar. sırf kendim olabilmek için atmadığım, söylemediğim yalan kalmadı. beni benimle bırakmak yerine, gardiyanımmış gibi etrafımdalar sürekli. eğer günün birinde benim de çocuğum olursa gardiyanı olmak yerine annesi olmak istiyorum. kocam da babası olsun. bekçisi gibi dolaşmayalım peşlerinde.

sadece annem ve babamla kalmıyor ki, en yakın arkadaşım bile düşüncelerime tecavüz ediyor.
"hayır holy, yapmamalısın"
"yapmaman için tüm gece dua ettim"

benim iyiliğim içinmiş her şey. evet, anlayabiliyorum ama diğer taraftan anlamama engel olabilecek bir sürü düşünce beynimde.
ama bu benim salaklığım. onlara bok atmak günahın en büyüğü olur.

karşımdakine güvendikten sonra her şeyimi, kayıtsızca önüne sunabilmem de benim salaklığım. soru sormuyorum diye arkamdan çevirilen işleri bilmediğimi sanmaları ise onların aptallığı.

şunu okuyanlar eminim bonus olarak şunu düşünecekler :
"bu kızın kendini kabul ettirme sorunu var"

kendimi bir yerlere kabul ettirme sorunum yok. ben bir yere ait olmak istemiyorum. bir çok yere aitim.
bazen, bir ev kadınıyım.
bazen, sokak kızı saçları birbirine karışmış, tırnakları sigaradan sararmış.
bazen, bir çocuğum olsun istiyorum.
bazense sadece bir adam ve ben, ömrümüzün sonuna kadar ikimiz yaşayalım istiyorum.
bazen, maviyle yeşilin arasında kaybolmak,
bazense gri bir binada, yüksek ökçelerimle başarıdan başarıya koşmak istiyorum dudağımda kırmızı rujumla ve o dudaklardaki yalancı gülümseyişimle.

ne istediğime karar verdiğim gün mü acaba holy olacağım? ya da ismim her neyse..
bu dünyaya öyle kayıtlı, öyle şartlı ve öyle bağımlı geliyoruz ki; dinimizi, ismimizi seçme şansımız dahi olmuyor.
isimlerimden rahatsız değilim. tam aksine seviyorum. ama ya sevmediğim bir ismim olsaydı?
o zaman inat damarım kabarırdı yine.

kaç kere din değiştirmek istedim. söyleyince kızanlar mı istersin, saçmaladığımı ve delirdiğimi düşünenlerse cabası.
bu yüzden sufi oldum. tüm dinlerin beni Allah'a götürdüğünü ya da herhangi bir dine bağlı olmasam bile O'nun varlığından emin olduğumu biliyorum. kiliseye gidip istavroz da çıkartırım, camiye gidip namaz da kılarım.

başka şeylerde istiyorum ama çevremin "kabul etmeyeceği" şeyler bunlar. "çevreme" göre yaşamak kendi "çevreme" zarar veriyor.

saçımı bakır yapıp, suratımda on kilo makyajımla, kolumda louis bilmem ne çantamla beni görseler eminim daha da kabulleneceklerdir beni..

sadece hayattan anladığım şu : tüm insanlar özgür olmak isterler fakat özgürlüğün ö'sünü duydukları zaman götleri tutuşur, kaçacak delik ararlar...

pisi : havada kalan bir çok cümle var şurada buna eminim. aslında bugün, depresif değildim ama içim kıpır kıpır. yani bu kıpırdamanın sebebi kötü bir şeyler ya da iyi bir şeyler olacak hissinden kaynaklı değil. ne bileyim..
artık cep telefonu kullanmak istemiyorum. insanların vakitli vakitsiz işlerine geldiği gibi araması beni çok rahatsız ediyor. ya da ben birini aradığım zaman geç açması, hiç açmaması ise daha çok rahatsız ediyor beni. sinir kat sayım artıyor.

salman rüşdi'nin "satanic verses" kitabının türkçe'ye çevirilmesine karşı çıkanlara da karşı çıkmak istiyorum.

bugünlük bu kadar..

12 yorum:

francesca mckennitt dedi ki...

witch, ne kadar dolusun şu sıralar. Ailem bazen bana da aynı şeyleri söylüyor ancak o zaman babama henüz 10 yaşındayken okul için evden ayrıldığını, 18 yaşındayken farklı bir şehirde yaşamaya başladığını hatırlatıyorum. Sonra susuyor. Sonra diyor ki "tamam ama o zaman ben kendi paramı da kendim kazanıyordum". Sonra da ben susuyorum :))

Holy Go-Nightly dedi ki...

ve francesca nedeni belli değil. herşeye sinir olasım, herşeye saldırasım var. bir gerginlik dolanıyor, huzursuzum.

baban da az değilmiş ama sen de babanın kızısın belli oluyor :)
ben de babamın kızıyım. armutlar diplerine düşmüş :)

deeptone dedi ki...

holy. sen kendi başına apayrı bir tür'sün. çok ama çok güzel yazıyorsun. kendini ve düşüncelerini çok güzel ve üstelik çok alaycı anlatıyorsun. sana hayranım. bunu bil. ve çok gülüyorum okurken. tüm insanlık ve kızlık hallerini kendi bedeninde, aklına, yüreğinde, ruhunda toplamışsın sanki. :)


son yazım sana göre ayrıca. sevdiğin konular :))) şimdi koydum :)))

Holy Go-Nightly dedi ki...

deep çok teşekkür ediyorum :) beni şımartıyorsun.
buraya yazınca içimdekileri çok rahatlıyorum. bir de sizlerin beğenileri gelince üstüne ilerlediğimi düşünüyorum :)

okudum yazını, sonuçta insanız hepimiz. her türden, herkesle aynı yerde yaşamaya ve kısıtlanmaya mahkumuz. aslında dediğin gibi beynimizin dörtde birini kullansak..
ama ya daha kötü olursa herşey?

athırsızı dedi ki...

bu dedıgın ınsanın dogasında var. HEp yasak olanın uzerıne gıdıyor ınsan. Yapma denılenı yapmak ıstıyor. O yuzden sasırma normal bırısın sen

Holy Go-Nightly dedi ki...

normal olmadığımı iddia etmedim. sadece içimden gelenleri yazdım şuraya o kadar.

LieLLa dedi ki...

Kızıl olalım hepimiz:/
Ben seni mimledim:/
Ama niye böle içim acıoki:/
Yazıda dokuncak bişide yoktu ki:/
Gidim ben en iyisi:/

Holy Go-Nightly dedi ki...

olalım :)kızıl güzeldir. bir de hemen akmasa :/
bu mimin aynısını aşağıda cevapladım zaten liella :)

uyumuycam dedi ki...

insanlar sana, kendi bildikleri kadar yol gösterebilirler holy.. gerisi sana kalmış.. şahsen takdir ediyorum kabugunu kırma çabalarını takdir ediyorum..

Holy Go-Nightly dedi ki...

insanlar bana yol gösterirken baya bi ısrar ediyolar uyumuycam. yani eğer onların dediği gibi yapmadıysam "ya ben sana ne dedim, sen ne yaptın?" gibisinden konuşuyolar. sinir oluyorum.

teşekkür ediyorum ben de..

ismail pelit dedi ki...

her koşulda kişiye kendisini öğreten başkalarının talepleridir. dolayısıyla ailenin talepleri, ya da arkadaşlarının kısıtlamaları sayesinde aslında gerçekte neyi en çok istediğini görüyorsun. sorun ne peki? gördüğün şeyi gerçekleştiremiyorsun, çünkü senin o isteğe sahip olmana sebep olanlar bunu engelliyor, ancak herhangi bir şeyle sınırlandığında insan, sınırları aşıp aşamayacağını bilir. sen sınırları görüyorsun ama aştığında yitireceklerini (göreceğin tepkiler sonucu sonlanacak arkadaşlıklar, yaşanacak kırgınlıklar demek istiyorum)düşünüp aşmaktan vazgeçiyorsun ama sınırları aşma isteğinden de kurtulamıyorsun, kurtulamazsın ki! o istek seni hayata bağlayan, senin dünyaya dikkat etmeni sağlayan temel güç.

o güce sahip olabildiğin için
allah'a inanıyorsun sözgelimi. çünkü sınırsızlığa, kısıtlanamaz bir gücün varolması gerektiğine inanıyorsun ama bu inancı herhangi bir dinle sınırlamak istemiyorsun çünkü sınırlar yüzünden acı çekiyorsun. sınırların, kısıtlamaların olmadığı bir hayat sürdüğünde mutlu olacağını düşünüyorsun, peki mutluluğun koşulu ne? bir eş mi? bir alman oyun yazarı yanılmıyorsam şöyle demiş: "evlilik iki cerrahın birbirini sürekli narkozsuz ameliyat etmesidir." yani mutlu olacağını düşündüğün ilişki belki de daha yoğun acı çekmene sebep olacak, ama bilmiyoruz, bilemiyoruz... bilseydik yaşayabilir miydik? kaderimizi bilseydik sahiden yaşayabilir miydik? bildiğimiz bir şeyi yaşasak mutlu olur muyduk? kaderimizi bilseydik asıl o zaman sıırlanmış olacaktık: tıpkı elindeki senaryo metninin dışına hiçbir biçimde çıkamayacak bir oyuncunun durumu gibi olacaktı tüm hayatımız. bilmiyoruz kaderimizi, hayatımızın sınırlarını bilmiyoruz, bu yüzden umut etmenin bir anlamı var, bu yüzden umut, aslında umut etmek için hiçbir sebep olmadığında sahip olunması gereken şeydir. hiçbir aydınlık nokta olmadığında, her yer zifiri karanlık olduğunda işte o zaman ışığı bekleriz, tüm varlığımızla bekleriz. çünkü ışığı asıl o zaman hak ettiğimizden kesin biçimde emin olabiliriz.

ışık seninle olsun. amin.

Holy Go-Nightly dedi ki...

eskiden herşeye körü körüne inanır ve bağlanırdım. sanırım artık sınırlarımın farkına vardım ve kendim olmaya çalışıyorum. şu saatten sonra insanların benim hakkımda ne düşündüğü ya da kaybedeceklerim neler olur diye düşünmüyorum. düşündüğüm zaman korkmaya başlıyorum çünkü.

mutlu olmak için de tek yapmam gereken şey, biliyorum biraz egoistlik olacak ama kendi isteklerim doğrultusunda yaşamak olacaktır. bir başkasının ne istediği önemli değil. benim istediğim önemli. annem, babam, sevgilim... artık hiç biri önemli değil benim için. yani fikirleri..

eğer önceden bilseydik hayatımızı hiç bir anlamı olmazdı. bence en güzeli bu.

yorumunuz için çok teşekkür ederim..
allaha emanet olun..