6 Ekim 2010 Çarşamba

Allah bilir, ben bilmem

"Papalık Hayat Akademisi Başkanı Monsenyör Ignacio Carrasco Nobel Ödüllerini seçen Karolinska Enstitüsü’nü hedef alarak “Çok şansız bir ödül dağıtımı. Keşke tıp dünyasına gerçekten faydalı olan başka birini seçselerdi. Embriyonları dondurarak katleden, rahimlerin ticaretini yaptıran, doğal anneliği tattıramayan bir çığıra imzasını atan bu zatı kilise asla kabul edemez” dedi.
(hürriyet gazetesi, 05,10,2010)

sayın Ignacio Carrasco'nun bahsettiği şahıs burada tüp bebek yöntemini keşfeden robert edward oluyor. anne olmak isteyip de olmayan ve tüp bebek yöntemi ile anne olan bir çok kadının dualarını alan robert edward'dan bahsediyor kendisi. 
                                                                         Ignacio Carrasco

işin bilimsel yönünü ne kadar biliyor, kendisinin başına gelse böyle bir şey "from the God, i can't do anything!" falan mı derdi merak ediyorum. genelde evlenen çiftlerin hatta evlenmeden önce tüm kadınların en büyük tutkusudur çocuk. (bazıları hariç, misal örneğin ben) bu insanlar çocukları olsun diye onca yıl uğraşıyorlar, doktordan doktora koşuyorlar, milyarlar harcıyorlar. tıbbın kendilerine böyle bir fırsat sunmasıyla bebek sahibi olanlar çok. neden şimdi papalık böyle bir açıklama yapıyor ki? din olarak en çok inanılan dinin adamı, dünyada sözü dinlenen bir yerde. bence sadece bu gücünü kullanıyor. tüm dünyanın katolik olması durumunda başımıza neler gelirdi düşünmek bile istemiyorum. 
okuduğum bir yerde yahudilerin de bu tür tıbbi çözümlere karşı olduğu ve kendince ananevi yöntemler kullanarak çözmeye çalıştıkları yazılıydı. bilime bu kadar karşı olanları tepemize kral olarak koymak ne kadar doğru bilemiyorum. 
beni kızdıran şey, topun hep müslümanların üstüne atılması. müslümanların, gerici ve basit insanlar olduğuna tüm dünya inanmış doğrusu inandırılmış durumda. oysa ki peygamber efendimiz "ilim çin'de de olsa gidiniz" diye buyurmuşlardır. bu hadis bilinirken nasıl böyle yansıtılabiliyor dünyaya? hiç bir müslüman cesaret edemiyor sanıyorum kendimizi haklı çıkarmaya. çok yazık, gerçekten yazık. dünyayı da bırakılım ülkemizde bile bu durum böyle. 


siyasetten ya da bu tür şeylerden fazla anlamıyor olsam dahi yine de kendimce yanlış olanları yazmak istedim. 


.............


sabah gazetesinde "bir zamanlar türkiye" isimli bir albüm var. ona bakarken bir çok şeyi yaşamadığımı farkettim. mesela minibüslerde muavinlerin bulunduğu dönemin çocuğu değilim ya da müezzinlerin karşılıklı ezan okuduğu bir dönemin. albümü incelerken "bonmarşe" kelimesi takıldı gözüme. sonra rahmetli dedem geldi aklıma.. ben daha ortaokula giderken kıyafetlerini hep bakırköy bonmarşesinden alırdı. bonmarşe ne demek bilmiyordum. bilmediğim halde en sevdiğim kelimelerin arasına girmişti ama.. 


sevgili thunderbolt,


bak bonmarşeyi gördüm aklıma eskiler geldi. dedemi ne kadar çok özlediğimi farkettim. onun bize yatmadan önce verdiği çikolatalar, şekerler falan aklıma geldi. iyi bir çocukluk geçirdim bunu asla inkar edemem. benim yaşıtım doğulu çocuktan edindiğim bilgi doğrultusunda söyleyebilirim ki fazlasıyla da şımarıkmışım. hala daha şımarık mıyım sence? 


dünkü çirkeflik krizinden sonra artık çirkefleri önemsemiyorum. kurtulmak imkansız onlardan. hem çirkef hem de yalancılar. dürüst falan da değiller. bak ben dürüstlüğüm yüzünden kaybediyorum bazı şeyleri. gerçi buna kayıp diyemeyiz. kazanç deriz. kazanıyorum, kazanmaya devam edeceğim!!!!


öyle değil mi?


sevgiler 
holy

Hiç yorum yok: